Lev Nikolayeviç Tolstoy, başyapıtı kabul edilen Savaş ve Barış adlı romanında dünya tarihinin en önemli olaylarından biri olan Napolyon’un Rusya’yı işgalini türlü insanlık halleri ve onlarca karakterin çarpıcı hikâyeleri eşliğinde anlatır. Beş yılda tamamladığı romanın son bölümünde savaşın teknik, etik, psikolojik yönlerinin edebi resmini çizer. Moskova’da Ruslara karşı, doğru eskrim duruşunu aldığını düşünen Napolyon karşılaştığı hamle sonrası savaşın bütün kurallara aykırı bir şekilde yapıldığına dair yakınır. Akabinde Tolstoy bir parantez açar ve “Sanki insan öldürmenin bir kuralı olabilirmiş gibi!!!”der. Yazımın başlığı, savaş bilimi ve güç dengesinin anlatıldığı o bölümde yer alan Fransızca bir ifadenin Türkçe karşılığı. Yazılan tarihe bakıldığında büyük taburlar belki haklıdır ama dünya sahnesi “bir ordunun kütlesinin kuvvetiyle bir olmadığının” örnekleriyle de doludur. Bebeklerin, çocukların, masum insanların öldürüldüğü her savaşta bilinen ve savunulan ‘geçmiş haklı gerekçeler’ sıfırlanır. Yarıştırılan acılar bitiş çizgisine kıvançla varamazlar!

∗∗∗

Bugün savaşların anlamsız, karanlık, korkunç yüzünü olabilecek en umutlu tavırla; usta çizgiler eşliğinde zekice ve insaniyetle anlatan iki resimli kitaptan bahsetmek istiyorum. Kitaplığınızın başköşesinde tutabilir bu sayede Barış adlı çiçeğin kokusunu evinize taşıyabilirsiniz. Barış kokan evlerde savaşa hayır diyen çocuklar yetiştirebilirsiniz.

SAVAŞ NELERİ SEVMEZ adlı kitap kırmızı renkli kapağının üzerinde yer alan kafes içindeki piyanist çizimi ile nitelikli içeriği hakkında önemli bir ipucu veriyor ve okurda güçlü duygular uyandırıyor. Savaşın her zaman davetsiz geldiğini ve “varlığına katlanamadığı şeylerin listesini beraberinde getirdiğini” vurgulayan başlangıç metnine karayı ve göğü kaplayan silahlar ile savaşmayı emreden karanlık bir el eşlik etmiş. Eğitimin, sanatın, çocuk seslerinin, yaşama neşe katan objelerin, umut yüklü hallerin, düşüncenin ve en önemlisi hafızanın yer aldığı bu uzun liste nefretin ağlarına takılırken karşıtlıklar ve savaşın kaynağı olan doyumsuz zihniyet gözler önüne seriliyor. Bu zihniyetin köhneliğine sesini yükselten cesur ruhların ufkunda ise savaşanların en çok korktuğu bir görkemli kavram ışıldıyor.   

Meav Yayınları - Yazan ve Resimleyen: Ximo Abadía Çeviren: Çiğdem Öztürk
Meav Yayınları - Yazan ve Resimleyen: Ximo Abadía Çeviren: Çiğdem Öztürk

DÜŞMAN – Barış İçin Bir Kitap, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi’nin katkılarıyla dilimize kazandırılmış. Sözcükler ve yalın çizimlerle barışa ulaşmada ihtiyaç duyulan gücün taraf olmak, bölünüp ayrışmak yerine saldırıyı emreden tehlikeli zihniyeti sorgulamaktan geçtiği hatırlatılıyor. Simsiyah bir zemin üzerinde İŞTE SAVAŞ spotuyla açılan kitapta kendimizi bir çölde iki çukura yukarıdan bakarken buluyoruz. Çukurlarda birbirine düşman iki asker görüyoruz. Askerlerin dilinden cephede yaşananları okuyoruz. Çelişkilerine ve yalnızlıklarına şahit oluyoruz. Karşısındakini insan olarak değil vahşi bir yaratık olarak tanımlayan asker içinde bulunduğu durumdan tümüyle karşı tarafı sorumlu tutuyor. Düşmanın tanımı o kadar ürkütücü ki bu tanım çarpışmaya giden yolda askere ihtiyaç duyduğu inancı yüklüyor. Savaşı durduran ilk hangi taraf oluyor? Ölmeyi emredenler cephedekilerden neler saklıyor? Asker, kamuflajıyla bir cesaret çukurdan çıkıyor ve düşman askerin çukuruna vardığında sarsıcı bir gerçekle yüzleşiyor. Düşmanlık ile insani bağlara aşinalık sınırında dimdik duran BARIŞı düşlemekten yılmayanların seveceği güçlü bir savunu diyebilirim kitap için.

Ginko Kitap - Yazan: Davide Cali Resimleyen: Serge Bloch Çeviren: Ceylan Ekin Işık
Ginko Kitap - Yazan: Davide Cali Resimleyen: Serge Bloch Çeviren: Ceylan Ekin Işık

∗∗∗

Dünyanın alanındaki en kıdemli savaş foto muhabirlerinden biri olan değerli ağabeyim Coşkun Aral’a katıldığı bir konferansta tanık olduğu savaşlar arasında onu en çok etkileyen ve dehşete düşüren savaşın hangisi olduğu sorulmuştu. Afganistan, Çad, Ruanda, Kamboçya gibi zorlu cephelerde, sıcak çatışmaların ortasında bulunmuş biri olarak verdiği yanıt Lübnan iç savaşıydı. Sokak aralarında, komşu kardeş kırımında şahit olduğu ürpertici psikolojik yıkımları anlatmıştı. #CoşkunAralAnlatıyor adlı YouTube kanalında bölgeye dair gözlemlerini paylaştığı bölümleri izleyebilirsiniz. Ortadoğu denince akla ateş, ölüm, gözyaşı geliyor. Ortadoğu’da hala masum insanlar ölüyor. Usta bir Haberci’nin gözünden dinlediğim ve çok etkilendiğim Ortadoğu’ya edebiyat aracılığıyla baktığımda derin toplumsal hassasiyetler, baskılar, dini ve siyasi işgüzarlıklar görüyorum. Kardeşin kardeşi kırdığı ortamda ideolojilerin zemini çatlıyor, kuramlar bir tutam kara kuruma dönüşüyor.

Fotoğraf: Coşkun Aral, 4 Haziran 1982, Beyrut 
Fotoğraf: Coşkun Aral, 4 Haziran 1982, Beyrut 

∗∗∗

2019 yılında okuduğum BİR AVUÇ YILDIZ adlı kitaptan bahsetmek isterim.  Bu kitap sayesinde Ortadoğu coğrafyasına babamın jenerasyonundan bir yazarın gençlik dönemine ait otobiyografik ögeleri kapsayan günlüğünden bakmış oldum. 1946’da Şam’da Ermeni bir fırıncının oğlu olarak dünyaya gelen Suheil Fadel’in “Şam’dan gelen dost” anlamındaki Rafik Schami adıyla yazdığı kitap, baba mesleğini sürdürmek istemeyen, yakın dostu yaşlı faytoncunun anlattığı büyüleyici hikayeleri dinlemeyi seven, edebiyata tutkun, yoksulluğun ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü ortamda gazeteci olmayı kafasına koymuş bir çocuğun hedefine ulaşmak için gösterdiği kararlılığın hikâyesini barındırıyor. Çocuğun pek çok ulustan ve inanıştan arkadaşları ile kurduğu ilişkileri, ilk aşkını, başından geçen romantik, komik ve dramatik olayları okuyoruz. 70’li yılların başında Almanya’ya iltica etmek zorunda kalmış olan yazar, yaratıcı ve cesaretli fikirlere sahip bir çocukluk geçirmiş.  Zengin çocukları ile emekçi çocuklarının arasındaki farkı betimlemiş. Söylenti kültürünün baskın olduğu bir coğrafyada şiirin, aşkın, dostluğun nabzını tutmuş. Ne olacağına bir türlü karar veremeyen bir ağaç üzerine yazdığı şiir ile kendi geleceğinin eskizini çizmiş. Tutkulu gencin günlüğünde sıradan insanlar kadar aynasızlar, gizli servis üyeleri, mahallesini terk etmek zorunda bırakılan kişiler ve bilge deliler de karşımıza çıkıyor. “Yalan gerçeğin ikiz kardeşi” oluyor. “Onu görmek için iyi gözlere ihtiyaç duyuluyor.” Sonbaharı seven genç, Şam’ın renklerini sonbaharın renkleriyle birleştiriyor. Okurlar kiliselere giriyor, cami avlularından geçiyor. Kemancı, pastacı, mobilyacı, kumaşçı, din adamı daha pek çok insan anlatıda usulca yerini alıyor. Toplumun eğitimindeki kaliteyi, ezberleten değil özgür bırakıp hayaller kurduran öğretmenler ile ölçüyor. Yayıncıya şiirlerini gönderen çocuğun heyecanına ortak oluyoruz. Bir delinin yazdığı notta Arapça, Latince, Fransızca, İtalyanca, İbranice, Türkçe, Farsça, Nasturice ve Yunanca sözcüklerden izler buluyor ve sebebini öğreniyoruz. Radyolar savaştan bahsediyor. Darbe gelip çatıyor. Küçük bir çocuk din, kültür ve coğrafya üçgeni içinde sorular üreterek gençliğe adım atıyor. Nasıl iyi bir gazeteci olunabileceğinin peşine düşen genç için çare Şam’ı terk etmek olabilir mi? Halil Cibran, Balzac, Leblanc’ın da anıldığı anlatıda “lağımlı sularda dünyaya inci getirmek isteyen istiridye” ve “Arap siyasetine” benzetilen boks müsabakası örneği etkileyici. “Yeterince propaganda yapıldığında insanların kolayca her şeye inandırılabildiği” gerçeği net. Gözaltı ve işkencenin yıldıramadığı irade ortada. Gencin kitabevi günlerini, Karmatî Cumhuriyeti ve Pavlus Efsanesi aracılığıyla söylenti kültürüne dair verdiği güçlü ipuçlarını, kıdemli bir gazeteci ile arkadaşlığını okuyoruz. Bilge insanlardan geriye et ve kemik yığını bırakan işkencecileri de… Gerçekleri insanlara duyurmaya ant içen genç, kuruluş sebebi ayrıntılarıyla kitapta yer alan ‘Gizli Çorap gazetesi’nin faaliyetlerini planlıyor.

Gencin, İsrail, Ürdün, BBC Londra ve Le Monde’e uzanan makaleleriyle gazetecilik mesleğine gururlu merhabasını, en yakın dostuna hüzünlü vedasını, hapisteki gazeteci arkadaşının idealine yakışır vefasını okuyoruz. Düşüncenin tutsak edilemediği gerçeğini yeniden hatırlıyoruz. 

Ginko Çocuk – Yazan: Rafik Schami Çeviren: Mehmet Salim
Caption

Kitaptaki faytoncu Salim Amca’nın ölümün bilgeliği üzerine sarf ettiği cümle ile yazımı sonlandırabilirim.

“Evlat, ölüm her saat bize şöyle der: Yaşa! Yaşa! Yaşa!”

Yaşayalım! Yaşatalım! Dilerim…