Evde kalabilecek ve evden çalışabilecek kadar şanslı olanlarımız için büyük izolasyon günleri devam ediyor. Ben de o şanslı tuzu kurulardan biriyim. Eskisinden daha fazla çalışmak ve bütün gün evde olduğum halde yanı başımdaki çocukla fazla ilgilenememekten öte bir derdim yok. Canımın sıkıldığını söyleyemem. Bununla birlikte sosyal medya da benim de ara ara dahil olduğum bir tavsiye furyası var. Kimsenin canı sıkılmasın isteniyor. Kitap okumak sanki sadece bir boş zaman aktivitesiymişçesine ‘evde kal, kitap oku’ tavsiyeleri gırla gidiyor. Zararı yok tabii de “Ne okuduğunun önemi yok” diyen kamu spotu bile gördü bu gözler. İçeriğinden bağımsız bir şekilde kitap okumaya yüklenen anlamın artık sorgulanması gerekir kanısındayım ama yazının konusu bu değil.

Hepimiz, birimizin canı sıkılmasın da kendini sokağa atıp toplum sağlığını tehlikeye atmasın diye seferberiz. Oysa biri bana hayatta en çok neyi özlüyorsun diye sorsa ‘sebepsiz yere canımın sıkılmasını’ derim ve anneme sık sık ‘canım sıkılıyor’ diye yakındığım yaz öğle sonralarını anımsarım. O da “Sıkı can iyidir, çabuk çıkmaz” diyerek beni sinir ederdi. Öyleyse bu haftaki Köşe Vuruşu’nun sorusu, “Can sıkıntısı niye önemlidir?” olsun. Evde sosyal medya takibinden başınız döndüyse belki bu sorunun cevabı sizi de ilgilendirir.

ÇOCUKLARI AKTİVİTEYLE BUNALTIRKEN

Çocukları normal zamanlarda aktiviteden aktiviteye koşturan ebeveynler olarak elbette eve kapandıkları günlerde de bir anları boş geçmesin diye yoğun çaba sarf ediyoruz. Kaldı ki çocukların da can sıkıntısına fazla tahammülü yok. Oysa Barry Sanders, elektronik çağda yazılı kültürün çöküşü ve şiddetin yükselişi üzerine yazdığı Öküzün A’sı (Ayrıntı Yayınları, 1999) isimli ünlü kitabında, çocukların canının sıkılması konusunun üzerinde özellikle duruyor ve bunu şöyle açıklıyor: “Oysa can sıkıntısı bir düşünme fırsatı, çocukların ilginç buldukları şeyleri keşfedecekleri sessiz bir mekân olabilir. Toplumsal eleştiri ustası Walter Benjamin’in dediği gibi ‘Can sıkıntısı yaşantının yumurtası üzerinde kuluçkaya yatan hayal kuşudur.’ Can sıkıntısının altında, televizyon görüntülerinin tam tersine, hiçbir şey olmayacağını sandığımız bir anda, bir çocuğun çok önemli bir keşif yapma olasılığı yatar: Keşfedeceği şey kendi benliğidir.” Çocukluğumun o zamanlar sıkıntıdan patladığım yaz öğle sonralarını şimdi neden özlediğim sorusunun cevabı belki burada saklıdır. Çünkü insan büyüdükçe sebepsiz bir can sıkıntısı büyük lüks oluyor. Hele ki sosyal medya çağında.

CAN SIKINTISI YETİŞKİNLER İÇİN NEDEN ÖNEMLİ?

İnsanların evde hiç canı sıkılmasın diye tavsiye seferberliği ilan edilen bugünlerde sosyal medyanın yarattığı zihin dağınıklığı üzerine test yapma şansımız da olabilir. Fiziksel olarak mekân değiştiremediğimiz bugünlerde ‘işimize odaklanabiliyor muyuz’ mesela. Etrafımdaki çoğu kişi bu soruyu “Hayır” diye yanıtlıyor. Cal Newport, 2016 yılında yayımlanan, “Odaklanma becerisini neden yitirdik, nasıl geri kazanabiliriz?” sorusuyla yola çıktığı, Pürdikkat (Metropolis Yayınları, 2017) isimli kitabında bu soruya araştırma verileriyle yanıt aramış. O kitabın bir yerinde diyor ki; “Tıpkı beden sağlığına antrenman dışı zamanlarda da özen gösteren profesyonel bir sporcu gibi siz de odaklanma harici zamanlarda zihninizi toksik girdilerden korumalısınız; bunaldığınız her an aklınızdan geçen ilk şey tüymekse, sıra pürdikkat çalışmaya geldiğinde zorlanırsınız.” Benim buradan anladığım, canım sıkılıyor diye her saniyemizi doldurmaya çalışmak çok doğru değil. Stanford Üniversitesi’nin eski iletişim profesörlerinden Clifford Nass’ın araştırmaları da bunu destekliyor. Örneğin; boş kaldığımız her an elimiz telefona gidiyorsa, Nass’ın tabiriyle beynimiz ‘zihinsel enkaz’a dönüyor.

Bu yazıda verdiğim örnek ve savunduğum görüşler evden çıkamadığımız günlerde biraz lüks gelebilir. Hele ki bir saniye bile canımız sıkılmasın diye bütün sosyal medya seferber olmuşken. Ancak sıra çalışmaya geldiğinde ‘Niye odaklanamıyorum?’ gibi bir problem yaşıyorsak bunun tek nedeni eve tıkılmış olmak değil. Bunun bir nedeni de canımızın sıkılmasına asla izin vermiyor olmak. Varsın biraz canımız sıkılsın. Bunu Pollyannacılık yapmak olarak değil, bir fırsat olarak görüyorum. İlk adım, eğer imkânımız varsa günümüzün bazı saatlerini sosyal medyasız ve aktivitesiz anlar olarak planlamak olabilir. Denemekte fayda var. Belki gerçekten de ‘sıkı can iyidir’J