Son günlerde “Bunlar iç savaş çıkarmayı bile göze alırlar” sözü pek sık tekrar edilir oldu.

Ama bakın “bunlar” bir boyutuyla ve mecazi anlamıyla zaten örtük bir “iç savaşı” sürdürmüyorlar mı? Ve o boyutta bunu cahil bıraktıkları eliyle okumuşlara, ötekileştirilenlere karşı hınç alma savaşı olarak sürdürüyorlar, ideolojik olarak siyasi İslamcıların cihadı olarak sürdürüyorlar.

Hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik saldırıların esasAında bu yatıyor. Cinayetleri kışkırtanların sözleri en hafifinden “sizi adam yerine koymuyorlar” diye başlıyor. Cahilliği pohpohlayarak fitili ateşliyorlar. Son olarak işte o imam da yine o “iç savaşın” neferi ve sözcüsü olmaktan başka bir şey yapmadı. Suçu ve suçluyu övmek, halkı kin ve nefrete tahrik etmek yarışında ateşledi silahını ve “doktorları öldürmez misin sen, dövmez misin, sövmez misin?” diye sıktı mermilerini. Dr. Erdem Karakaya’yı bir kez daha öldürdü. İç savaş kışkırtıcılığının daniskasını yaptı.

Bu kafayla kısa süre sonra mesela öğretmenler de hedef olabilecek. Vay sen nasıl hâlâ Atatürkçülük öğretirsin diye öğretmenlere saldırabilecekler. Sonra sıra avukatlara, sonra diğerlerine gelecek. Peki, sonra Nazım Hikmet’in “sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman” tarifiyle anlattığı insanlık düşmanlarına mı kalacak memleket? Yok öyle boş meydan!

***

İyi de doktorlar kendilerini nasıl savunacaklar? Tabii ki esas olarak kendi örgütlenmeleri TTB sayesinde savunacaklar. Ama o da kapatılsın istiyorlar. Doktorlar daha ne yapsınlar? Şiddete karşı yürüyüş yaptılar. Polis şiddetine maruz kaldılar. Yetmedi kendilerine şiddet uygularken “fenalaşan” polisi de iyileştirmeye çalıştılar.

Cahil katilse, cahil diye hoş görmezsin. Düşünebiliyor musunuz, katille empati yapanlar bile var! Katillerle empati yaptığında insanlığını kaybedersin. Sadece insanlığını mı?

Demek ki “Artık kaybedecek çok şeyimiz var!” sözü de tesadüfen söylenmedi. Sağlık sorunlarını doktor yerine sülükçü, hacamatçı ve üfürükçü üçlüsüyle çözmeyi tavsiye ettikleri, militanlaştırdıkları cahil güruhları ve tarikatları sayesinde, kaybedecekleri o şeylerini koruyabileceklerine inanıyorlar. Çünkü her şeyi kaybedebilecekleri için her şeyi yapacaklar. Yaptıracaklar. En başta cahilleri kaybetmek istemiyorlar. Çünkü o cahilleri seferber ederek kazanmak peşindeler.

Ama şunu unutuyorlar. Bu memleketin tamamı cahil değil. Cehaletle nasıl savaşılacağı cumhuriyetten beri toplumun bilincine kazındı ve ne kadar zulme uğrasalar da aydınlık fikirler hiç yenilmedi. Yenemediğiniz o fikirleri savunanları hiç yenemezsiniz. Artık sizlerin kaybedecek çok şeyiniz var ve bizlerin ise sadece yeniden kazanmak zorunda olduklarımız.

***

Seçim tarihi yaklaştıkça bilhassa cehaletin aydınlığa karşı başlattığı “iç savaş” daha da yaygınlaşacak. Kasım 2015 seçimleri öncesi ve sonrası akla dahi gelmeyen her şeyi yapmadılar mı? Vaatlerini bile sanki yapılmış gibi sattılar bezirgânlar. Şimdi tezgâh bomboş, şimdi sadece kanamalı hasta halleriyle hem doktor vuruyorlar hem acele kan arıyorlar, kana kana kan içiyorlar. İşte bu yüzden önümüzdeki süreç hakkında yine kara senaryo, koyu gri senaryo ve gri senaryo seçeneklerini tartışabiliyoruz.

Bugün anketlere bakıp içi boş iyimserlik beslemek yerine temkinli karamsarlık bir tedbir sayılmalıdır. Soruyorum: Altılı ittifakın beş partisinin belirgin rengi nedir? Koyu gri değil midir? Çünkü onların da rengi (Saadet’inki siyasi İslam ağırlıklı) Türk-İslam sentezidir.

***

Muhalefetin de iktidarın da temel aldığı Türk-İslam sentezinden ibaret bir “seçim demokrasisi” ile toplum demokratikleşmiyorsa, değişmeyecekse, yani “Aman seçmen kazanalım” deyince akla gelen ilk kurnazlık Türkçü ve İslamcı söylemlerle cahil seçmen “kafalamak” çabası oluyorsa, aydınlığa karşı cahillerin seferber edildiği karanlığın iç savaşını bitirmek kolay olmaz.

Saraylılar kendilerine karşı her kesimde biriken öfkeyi, mültecileri hedef göstermek yetmeyince şimdi cahilleri kullanarak okumuşlara da yöneltiyorlar. O öfkenin doğru yöne kanalize edilmesinin tek imkânı sınıfsal zemindir. İflah olmaz potansiyel katiller bir yana cahil ya da okumuş her kesimin, asıl düşman, yani sömürü ve zulüm karşısında sınıfsal zeminde saf tutmasıdır. Cehaletin vahşi öfkesinin panzehiri sınıfsal öfkedir.