CHP’de yeni bir kurultay süreci yaşanıyor. CHP’de kurultaylar, öncesi ve sonrasıyla, partinin geleceğinin nasıl biçimleneceğini sergilerdi; partide bir canlanma, kendine gelme ve kendini yenileme olanağı sağlardı. Yazık ki bu kurultay sürecinde yaşanmakta olan, tamamıyla Kılıçdaroğlu yönetiminden kaynaklanan bir yıkımdır ve adına sadece “faili bilinen siyasi cinayet” denilebilir. Ancak, CHP’ye geçmeden ülke siyasetinin CHP’yi de içeren bir büyük eksiğine değinilmelidir.

UNUTULAN EŞİTLİK!

Toplum, demokrasi ortamından o kadar uzaklaştırıldı ki, her alanda “eşitsizliği” doğal karşılıyor. Yasa karşısında eşitlik gibi en temel konularda bile eşitsizlik yadırganmıyor.

Oysa siyasette adayların seçim yarışına olabildiğince “eşit koşullarda girmesini” sağlamak, her demokrasinin, eğer adına demokrasi deniliyorsa, birincil görevdir. Bu yapılmıyorsa demokrasi suyu akmaz. Bu köşede de sıkça vurgulandığı gibi, Türkiye siyasetinin bu konuda parlak bir “ilk” sayfası var. Çok partili siyasal düzene geçilmesini gerçekleştiren CHP, o çok önemli 14 Mayıs 1950 seçimlerine giderken, “devlet olanaklarının kullanılmasında” iktidar (CHP) ile muhalefetin (DP) eşitliğini gerçekleştirmişti. Seçimde eşit koşullar kuralı AKP iktidarında ve özellikle de Mayıs 2023 seçimlerinde iyice çığırından çıktı. İktidar, devlet olanaklarının her türlüsünü, üstelik tüm adayları için sonuna dek kullanırken, muhalefet, eşitsizliğe teslim oldu. Şimdilerde Kılıçdaroğlu’nun, ülke için gerçekten yaşamsal olan Mayıs 2023 seçim yarışına bilerek ve isteyerek tümüyle eşitsiz koşullarda girdikten sonra, bu gerekçeye dayanarak, “iktidar meşru değil” diyebilmesi, yalnız ülke siyasetinin yaşadığı yıkımın değil, kendi düşünsel çürümüşlüğünün de bir diğer göstergesidir.

AKP’nin iyice yerleştirdiği, ancak, demokrasi ile asla bağdaşmayan “eşitsiz seçim” uygulamasını, CHP, kurultay sürecinde yaşıyor. Bugün için dört genel başkan adayı var: adaylığını önceden açıklayan İlhan Cihaner; geçen hafta açıklayan Özgür Özel ve Örsan Öymen. Dördüncüsü, alkışçılarının kendisini aday göstereceğini bilmesinin özgüveniyle, “Ben adayım demem” diyebilen Kılıçdaroğlu.

Bu dört aday genel başkanlık yarışına eşit koşullarda girmiyor. Kılıçdaroğlu, genel başkanlık gücünü kullanıyor; belediye başkan adaylarını tek tek gösteriyor; parti içi seçimlere, il başkanı, giderek delege saptayacak düzeyde açıkça karışıyor; kurultayı etkileyecek sayıda delege çıkaran İstanbul CHP’nin yeni seçilen tüm ilçe başkanları ile bir toplantı yapıyor ve bu toplantıya partili büyükşehir belediye başkanını almıyor;  PM ve MYK yine hiçe sayılıyor.

Özel’in de adaylığı sırasında Grup Başkanı olarak kalmasının da “niteliksel olarak”, Kılıçdaroğlu ya da Başkan Erdoğan’ın adaylığından hiçbir farkı yoktur. Oysa, hem kendisi grup başkanlığını anında bırakmalı, hem de Kılıçdaroğlu’nu, eğer aday olacaksa, görevini bırakmaya “zorlamalıydı”. Şu sırada Kılıçdaroğlu’nu “yanlış yaptığında da savunmak zorundaydım” noktasında bulunması, kendisini çok, çok zayıflatıyor; “suç ortağı” olmaktan kurtaramıyor.

KARŞILIKLI SUÇLAMALAR

CHP’nin yönetiminin iç işleyişi, demokratik, katılımcı ve saydam olmadığı için, dahası partinin içi “ideolojik ya da düşünsel olarak” tamamıyla boşaltıldığı için kurultay süreci de çok olumsuz gelişmelere neden oluyor. Bir taraftan kongrelerde kavga eksik olmazken, diğer taraftan da her gün yeni bir karşılıklı suçlamaya tanık olunan “karanlık” bir sayfa açılıyor.

Zafer Partisi Genel Başkanı ile üstelik 6’lı Masa’nın diğer üyelerinin de bilgisi dışında yapılan göçmen-İçişleri Bakanlığı gizli anlaşması, “danışman” atamaları, daha önce karanlık ilişkilerin açığa çıkan kesimiydi.  Eski “ortaklarının” bitmeyen suçlamaları karşısında susan; onların en büyüğünü yerel seçimlerde CHP’nin karşısında yer almasını başaran(!) Kılıçdaroğlu’nun yeni ortaya çıkan şu tutumu asla bağışlanamaz: Türkiye siyasetini tek kişi yönetimine götüren Nisan 2017 halkoylamasında Yüksek Seçim Kurulu - YSK tarafından “mühürsüz oyların geçerli sayılmasının”, önceki dönem Konya Milletvekili Atila Kart tarafından AİHM’ye götürülmesi çabasına önce “evet” diyen Kılıçdaroğlu’nun, büyük olasılıkla kendi isteğiyle destekçileri tarafından engellemiş olması ve daha sonra da “O konuya girmek istemiyorum” sözleri bağışlanamaz bir “demokrasi suçudur”. Siyasal varlığını Kılıçdaroğlu’na borçlu olan çevresi de tüm bu olan-bitenden en az onun kadar sorumludur.

Yaşananlar, CHP’yi her gün eritiyor. Kılıçdaroğlu ve destekçileri CHP’yi yok ediyor. Bu ihanete izin verilmeyecek ve bu topraklarda demokrasi ışığı yine CHP ve özgürlük, eşitlik, emek ve barış güçlerinin eliyle mutlaka doğacaktır.