Yıllar boyu Cumhuriyet üzerine yazıp, ilan edilişinin 100. yıldönümü günü yazmamak olmaz. 

Bilinmesi gerekir ki ben ve benim gibi ‘milyonlar’ denilebilecek ülke insanı, ‘varlığımızı Cumhuriyet’e borçluyuz’ ve bu borç ödemekle bitmiyor. 

Benim için Cumhuriyet, üç yıl askerlik yapan, Cumhuriyet’in barışçı politikası sonucu babası gibi askerlikte ölmeyen ve okuma yazmayı orada öğrenen 

Hemşinli çiftçi-çoban bir baba (Mustafa) ile okuryazar olmayan bir annenin (Emine) yalınayak çobanlık yapan çocuğunun, Köy Enstitüsü-öğretmen okuluna “hakça bir sınav” sonucu kazandığı “parasız-yatılı” olanağıyla eğitim almasının sağlanması; bu temel üzerinde gerçekleşen üniversite öğretim üyeliği, köşe yazarlığı ve milletvekilliği yapması anlamına geliyor. 

ÜLKE İÇİN? 

Cumhuriyet, toplumların gelişme doğrultusunun insanın aklıyla ve bedeniyle özgürleşmesi yönünde olduğu gerçeğinin bu ülkede de egemen kılınması ve daha ileriye taşınması çabasıdır. 

Bir kez daha özetlemek gerekirse, egemenliğin kaynağının gökten yere indirilerek halkın olmasının gerçekleşmesi; ülke yönetiminin çağdaş hukuk ilkeleriyle; tarafsız, açıklık, doğruluk, dürüstlük ve ahlak kurallarıyla yapılandırılması; hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü; insan aklını dogmalardan kurtaran laik ya da bilimsel eğitim; kadın-erkek eşitliği ve eşit yurttaşlık; bilimsel bilginin yol göstericiliği; buna dayalı insanın yaratıcılığını, hak ve özgürlüklerini sınırlayan siyasi, ekonomik ve toplumsal bütün engelleri kaldırmayı ve dogmalardan kurtulmasını ilke edinen, öz diliyle, tarihiyle ve vatanıyla bir ulusal bütünleşme kültürüdür; başta sanayileşme olmak üzere, her alanda yerli üretim; yurtta ve dünyada barış; anlamı, “halkın, halk tarafından, halk için” yönetimi olan Cumhuriyetin, birbirini tamamlayan temel dayanakları ve değerleridir. 

Soğuk Savaş ile birlikte ya da 1945’ten sonra, 1961-71 on yılının, benim “özgürlüğün en güzel on yılı” dediğim dönem bir yana bırakılırsa, bu değerlerin özellikle son yıllarda hızla “aşındırılması” yaşanıyor. Daha doğrusu gelinen noktada Cumhuriyet’in değerlerinin yerinde uygun deyimiyle yeller esiyor. 

Egemenlik bir kişide toplanıyor; siyaset, iktidarı ve ana akım muhalefetiyle, “özgürlüksüz demokrasi” oyunu oynuyor; eğitim, üniversite öncesinde ders programlarından evrim kuramının çıkarıldığı; Türkçenin önemsizleştirildiği ve bilimden tümüyle uzak bir ilkellik yaşıyor; üniversite ve sonrası da özerklik ve özgürlükten uzaklığının sonucu olarak bir büyük çöküntü yaşıyor. 

ÇEDES uygulamasının ardından geçen hafta basında yer alan şu haber de bir gerçeği yansıtıyor: “Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), Cumhuriyet’in 100. yılını imam hatip liseleriyle kutlayacak. Tüm okullarda ‘hatim ve mevlit programı’ düzenlenecek. Ankara İl Milli Eğitim Müdürlüğü de ‘Kuran tilaveti ve 100 hatim duası’ etkinlikleri yapacak.” 

Cumhuriyetin, şekerden dokumaya, kâğıttan demir-çeliğe dek “ekonomik değerleri” de yok edilmiş bulunuyor. 

Toplumsal olarak mı? Kadın erkek eşitliğini tartışmasız uygulayan Cumhuriyet’in getirildiği noktaya bakar mısınız? Ülkenin kadınını ya da “nüfusunun yarısını “evde hapsetmek isteyen” siyasi görüş, Cumhuriyet’i kuran Meclis’tedir. Varlık nedeni Cumhuriyet olan Cumhurbaşkanlığı, Ankara’da anlamlı bir 100. yıl töreni yapmıyor; Siyasi İslam’ın başkenti yapmak istediği İstanbul’da miting düzenliyor ve üstelik Hamas savunuculuğu yapıyor. 

Kurucunun “Cumhuriyet’ten sonra ikinci eserim” dediği siyasi parti CHP, koltuğunu korumak için çırpınan Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından bu “değerlerden tümüyle uzaklaştırılmış” bulunuyor. 

CUMHURİYET ADINA BİR İSTEK 

Cumhuriyet adına sayısız istek sıralanabilirse de güncel istek öne çıkıyor. 

Cumhuriyet’in hamurunda, daha Kurtuluş Savaşı günlerinde Mustafa Kemal’in Ankara’da toplanan öğretmenlere söylediği, adı Galatasaray ile özdeşleşmiş büyük şair Tevfik Fikret’in “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” kuşaklar yetiştirmeleri gerektiği yönündeki sözlerinin düşünsel yeri büyük önem taşır. Yine Kurtuluş Savaşı sırasında canları pahasına Anadolu’ya silah kaçıran Fenerbahçe Spor Kulübü gençlerinin eylemleri asla unutulmamalıdır. Bunlar ve daha birçok nedenle, bu iki kulüp arasında oynanacak olan Süper Kupa futbol maçı, Suudi Arabistan’da değil, Cumhuriyetin Başkenti Ankara’da oynanmalıdır. 

Son olarak, şu sırada içinden geçilmekte olan karanlık tünele bakmayın, yüzyıl öncesinin olağandışı olumsuz koşullarında yeşeren Cumhuriyet, bugünlerde sıradan yurttaşların katılımıyla toplumsallaşan sahip çıkmanın da kanıtladığı gibi, “özgürlük, emek, bilim ve barış” eksenli “değerlerinden aldığı niteliksel güç” ile II. yüzyılında da yeniden doğacaktır. 

Ya bugün? “En Büyük Bayramdır, kutlu olsun”!