Google Play Store
App Store

Son zamanlarda biraz daha kısık sesle dile getirilse de, yaklaşık yirmi yıldır siyasi iktidarın önemli politik söylemlerinden birisi nüfusu artırmaya yönelik ‘en az üç çocuk’ tavsiyesi olmuştur. Bu tavsiyenin hangi toplumsal kesimlerde ne kadar etkili olduğu bilinmiyor ama bunun erken cumhuriyet yıllarında olduğu gibi sistematik bir politikaya dönüşemediği söylenebilir. Yine de modern muhafazakarların inşa ettiği politikanın, erken dönem nüfus politikaları ile paralellikler göstermesi ilginçtir.

Nüfusu çoğaltmak erken dönem Cumhuriyet rejiminin en önemli politik hedeflerinden birisiydi. Daha 1926’da çıkarılan 861 sayılı yasa ile evlenme yaşı erkeklerde 18, kızlarda 17 olarak belirlenmişti. Fakat zaman içinde bu yaş sınırı da yeterli bulunmamış; gelenekler gerekçe gösterilerek 1938’de evlenme yaşı 17/15 olarak yeniden belirlenmişti. Zira evliliklerin teşvik edilmesi bu politikanın temel özelliklerinden birisiydi. 1939’da çıkarılan 3686 sayılı yasa ile evlilikleri kolaylaştırmak için ilgili evrakların belediyelere-köylere parasız verilmesi ve her türlü harç ve vergiden muaf olması da sağlanmıştı.

1929 yılında çıkarılan 1525 sayılı Şose ve Köprüler Kanunu ile memleketin yolları yapılırken dahi nüfusu arttırmak için kanuna bir madde eklenmişti. Buna göre 18 yaşından 60 yaşına kadar her erkek vatandaş, yılda on gün devletin gösterdiği bir yol işinde çalışmak zorundaydı. Bu mecburiyetten sadece beş ve daha fazla çocuğa sahip olanlar muaftı.

Sonra sıra bir dizi başka tedbire gelecekti. 1930 yılında çıkarılan 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile erkeklerin/kadınların, evlenmeden önce tıbbi muayeneye tabi olmaları; belsoğukluğu, frengi ve yumuşak şankra gibi hastalık taşıyanların evliliklerinin yasaklanması öngörülmüştü. Yanısıra çocuk düşürmeye vasıta olan alet ve levazımın ithal ve satışı da yasaklanmıştı. Bu kanunun en ilgi çekici maddelerinden birisi de altı ve daha fazla çocuğu olan annelerin, madalya takılarak ödüllendirilmesi yönünde bir hüküm getirmesiydi.

Hemen her zaman ciddi bir sosyolojik sorun olarak kabul edilen evlilik dışı doğmuş çocuklar için de düzenleme yapılmıştı. 1933’ çıkarılan 2330 sayılı Cumhuriyetin Onuncu Yıldönümü münasebetiyle Neşrolunan Af Kanunu, bu çocukların kaydedilmelerini öngörüyordu. Bunun bir Af Kanunu olarak adlandırılması ise bu olguya yönelik yaklaşım açısından ilginçti. 1945’de çıkarılan 4727 sayılı Tescil Edilmeyen Birleşmelerle Bunlardan Doğan Çocukların Tesciline ve Gizli Kalmış Nüfus Vak’alarının Cezasız Olarak Kaydına Dair Kanun, Cumhuriyetin 10. yılında çıkarılan af kanununun kapsamını genişletmiş; evlilik dışı doğmuş tüm çocukların kayıt altına alınmasını sağlanmıştı.

Bir başka ayrıntı da gizli nüfusu kayıt altına almaya dönük düzenlemeydi. Şu ya da bu sebeple kayıtlı olmayan nüfusun sisteme dahil edilmesi için 5 Temmuz 1934 tarihli ve 2576 sayılı Gizli Nüfusların Yazımı Hakkında Kanun, kaydedilmemiş nüfusun, ilgili aile reisi tarafından resmi kurumlara bildirilmesini mecburi hale getiriyordu. Aksi halde para cezası öngörülmüştü ve bu cezalar zamanaşımına da tabii değildi.

1935 yılında çıkarılan Umumi Nüfus Sayımı Talimatnamesi ile aynı yıl yapılacak genel nüfus sayımı büyük bir itina ile hazırlanmıştı. Bir yıl sonra 1936’da Türk Ceza Kanununun Bazı Maddelerini Değiştiren 3038 sayılı kanunda çocuk düşürmek ve düşürtmek ve çocuk yapmaya engel olan fiili hareketlerin ağır cezalar ile cezalandırılması öngörülmüştü. O kadar ki ‘çocuk düşürmek-düşürtmek’ yasada “ırkın tümlüğü ve sağlığı aleyhine cürüm’ olarak tanımlanmıştı.

Bütün bu yasal düzenlemeler Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak nüfusu arttırmanın politik bir tercih olarak nasıl bir sisteme oturduğunu gösteriyordu. Bu tercihe eşlik eden bir dizi başka modern pratik de söz konusuydu elbette.

2000’li yıllarda ‘en az üç çocuk’ tavsiyesiyle tedavüle giren söylem ile bu politika arasında dil birliği olması, modernlik-muhafazakarlık ilişkisi yönünden ilginçtir. Bununla birlikte bugünkü muhafazakar dilin, modernist politikada olduğu gibi sistematik özellik kazandığını söylemek zordur. Olsa olsa başka örneklerde de görüldüğü gibi, erken Cumhuriyet dönemi politikalarına bir tür öykünme halinden bahsedebiliriz.