Cumhuriyet: Mabet ile devlet
Cumhuriyet’in 100. Yılını halk coşku ile kutladı.
Toplumun her katmanının çok büyük bir özlem ve mutlulukla katıldığı o gerçekten görkemli ve görülmedik kutlamalarda yalnızca sıradan yurttaş vardı; ancak, iki önemli toplumsal kurum, devlet ile mabet (Diyanet) yoktu; iyi ki de yoktular.
BÜYÜK UYARI!
Ülkede Cumhuriyet değerlerinin aşınmaya başlaması, II. Dünya Savaşından hemen sonrasının Soğuk Savaş yıllarına gider. ABD’nin her türlü desteği ve ülkenin dinci ve ırkçı kesimlerinin sevinçli katılımıyla oluşan komünizm düşmanlığına dayalı düşünce ve kültür ortamında, Cumhuriyet’in tüm değerlerinden, özellikle laiklik ve barış değerlerinden hızla uzaklaşma yılları başlıyor.
Bu gelişmeler karşısında, o günlerin önde gelen hukukçularından Prof. Dr. Ali Fuad Başgil 1954’te bakın nasıl bir uyarı yapıyor:
…”dini devlete devleti de dine tabi olmaktan kurtarmak ve bu sayede mabet ile hükümet arasındaki tezatları kaldırmak; mabedin ferdi vicdanların kalesi, hükümeti de madde ve menfaat dünyasının nâzımı yapmak…”
Muhafazakâr kimliğiyle bilinen Başgil, devam ediyor; “Zamanımızda laik rejimde olmayan bir devlette Diyanet, ister istemez politikanın emrine girmeye ve politikacıların bir maşası olmaya mahkûmdur”
“…zamanımızda ve tekâmülün bugünkü merhalesinde din hürriyetinin ve bundan doğan hakların teminatı ancak devletin laik olmasındadır” (Başgil: Din ve Laiklik, 1954/2003; 174-175).
Dönemin iktidarı tarafından göz ardı edilen bu -ve benzeri- bilimsel uyarılardan sonra geçen 70 yıla yakın sürede, adım adım din ile devletin iç içe geçmesi süreci gerçekleştirildi. Siyasal İslâm yükseltildi; Cumhuriyet’in değerlerini savunan düşünür ve yazarlar, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ve Muammer Aksoy başta olmak üzere, öldürüldü. Madımak’ta 33 ilerici yakıldı. Ve şaşırmadınız sanırım, ülkeyi yönetenler, o cinayetlerin faillerini, bulamadı değil, bulmadı ve bulmuyor. (Ayrıntı için benim “Cumhuriyet Çağdaşlaşmasından Günümüze Türkiye’nin Değişimi”; İzmir: Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği, 2019)’a bakılabilir.
Başgil, devlete karşı dini korumaya, özgün ve bağımsız olmasını vurgulamaya çalışıyordu.
Bugün ise durdurulması ve kesinlikle tersine çevrilmesi gereken çok büyük sorun, “devletin dinselleşmesidir”.
Her gün yeni bir örneğiyle görüldüğü gibi, günümüzde, hukuk, eğitim, kadın-erkek eşitliği, ekonomi politikası, bilim ve giderek barış, kutsal ve ayrı tutulması gereken dinin emrine sokuluyor.
Ayasofya’nın açılışında Atatürk’e ”lânet” okuyan, Cumhuriyet düşmanı uygulamalarıyla bilinen ve 29 Ekim’in iki gün öncesinin Cuma Hutbesinde Cumhuriyet’ten hiç söz etmeyen bir Diyanet var. Yıllarca Atatürk adını silmeye; aynı günlerde kendi yüzyılını başlatmaya çalışan ve Cumhuriyet’i yalnızca çok zoraki anan Saray’ın, üstelik Vahdettin Köşküne sığınan tutumu, bu ikilinin hiç ama hiç beklemedikleri bir sonuç verdi.
Bu iç içe geçmişliğin bunalttığı halk, milyonlarcasıyla, Nazım Hikmet’in Türk Köylüsü şiirindeki gibi “Gayrık Yeter” diyerek Cumhuriyete sahip çıktı.
HALKIN CUMHURİYETİ İÇİN
100. Yılda Cumhuriyetin değerleri, bugüne dek hiç olmadığı kadar “halkın oldu”; toplumsallaştı.
Bu toplumsallaşmanın, ülkenin bundan sonrasının gelişmelerine etkin bir biçimde damgasını vurmasının iki boyutu var.
Öncelikle ve ilk olarak, bundan sonra, ‘özgür ve korkusuz yaşamak isteyen herkes’, kadını-erkeği, genci yaşlısı, çalışanı emeklisi, Cumhuriyet’in değerlerine çok daha güçlü bir biçimde sahip çıkmalı ve o değerlerin ‘yaşamın her alanında’ etkinlik kazanmasına çalışmalıdır. Yılların kanıtladığı bir gerçektir ki, yerinde bir deyimle, “su uyur Cumhuriyet düşmanları uyumaz” . Onların halkın temiz inançlarını kendi çıkarları için kullanmaları önlenmelidir.
İkincisi, siyasi boyuttur. İktidar ve destekçileri, Cumhuriyet’in değerlerini yok etmek için her olanağa başvurarak dini kullanıyorlar. Ana muhalefet CHP’nin ise, Kemal Kılıçdaroğlu yönetiminde Cumhuriyetin değerlerinin iktidar tarafından yok edilmesine seyirci kalmakla yetinmedi, din-devlet bütünleşmesine de doğrudan ve dolaylı olarak çok büyük katkılar yaptı. CHP’nin Cumhuriyet’in değerlerini “yeniden” sahiplenip-sahiplenemeyeceği, bugün Kurultay yapılmasına karşın, bilinmiyor.
Ancak, 29 Ekim’in de kanıtladığı, toplumun, Cumhuriyet değerlerine susamışlığı gerçeği var.
Bu özlemin, günümüzün iç ve dış gelişmeleri ortamında yeni siyasal bir güce dönüşmesi ve etkinlik kazanması, nesnel olarak, kaçınılmazdır. Halk tarafından “mabet ve devlet” sultasından kurtarılmasına çalışılan Cumhuriyet’in tarihsel ve toplumsal birikimi, bunu gerçekleştirecek gizilgücü, 29 Ekim’de görüldüğü gibi, içinde taşıyor.
Ne diyor ülke insanı?: “Aklın yolu birdir!”
29 Ekimde bir kez daha parlayan toplumsal aklımızla bunu başaracağız!