1920’lerdeki Türk Devrimi sıklıkla 1789 Fransız Devrimi ile karşılaştırılır. Bu karşılaştırma haksız sayılmaz, en temelde her ikisi de burjuva demokratik devrimleridir. Her ikisi de uluslaşma sürecinde önemli kırılma/sıçrama noktalarını oluşturur.  

Kuşkusuz aralarında 130 yıl vardır; tarihsel dinamikler farklılaşmıştır. Üstelik 1917’den itibaren bir sosyalist devrim süreci işlemeye başlamıştır. 1789 ve 1917, hiçbir tarihi örnekten ilham almadan kendi yollarını çizen ve önemli kitle desteğine sahip olan toplumsal/siyasal hareketlerdir. 1923 Devrimi ise, hem bu devrimlerin hem aradan geçen yüzyıllık süreçte dünyada ortaya çıkan diğer gelişmelerin hem kendi tarihinin meşruti-monarşi deneyimlerinin etkilerini taşımış, hem de I. Paylaşım Savaşı’nın darmadağın ettiği bir İmparatorluğun külleri arasından son vatan parçasının savunulmasının anti-emperyalist dinamikleri üzerinde yükselmiştir. Bu bakımdan, 20. Yüzyılın kurtuluş mücadelelerinin öncüsü olmak gibi bir özgünlüğü taşımaktadır ve bu niteliğiyle izleyen onyıllarda Güney coğrafyasında yükselen bağımsızlık mücadelelerine ilham vermiştir.  

1923 Devriminin 1789 Devriminden Farkları 

Fransız Devrimi, 15. yüzyıla uzanan bir Rönesans’ın ve 17. yüzyıldan itibaren kök salan bir Aydınlanma devriminin uzantısındadır. Aradaki 130 yıllık farka rağmen 1923 Devrimi bir Aydınlanma mirası üzerinde yükselmemiştir. Elbette Osmanlı’da da anayasal gelişmeler olmuş, eğitimde ve yargıda din temelli yapılanmalar esnetilmiş, Cumhuriyetçi fikirler son dönem aydınları arasında tartışılmaya başlanmıştır.  

Ancak bunlardan daha önemlisi, Kurtuluş ve Kuruluş sürecini yöneten Mustafa Kemal’in kişiliğinin temelini, bağımsızlıkçılık yanında, radikal bir Aydınlanmacılığın oluşturmasıdır. Kuşkusuz Kurtuluş savaşının askeri/sivil kadrolara sağladığı muazzam itibar da devrimin radikalliğini desteklemiştir. Dönemin güçlü ve örgütlü sınıfları olan ticaret burjuvazisi ile büyük toprak sahiplerinin desteğini arkasına almayı, aşar vergisinin erken bir dönemde (1925) tasfiyesiyle de her sınıftan köylülüğün güvenini kazanmayı da ihmal etmemiştir. 

Fransız Devrimi ise, yükselen burjuvazinin toprak aristokrasisine karşı yaptığı bir devrimdir. Arkasına köylülerin ve işçilerin desteğini de almıştır. Ancak Fransa’da 19. yüzyıl tarihi, yükselen işçi sınıfı hareketi karşısında ürken burjuvazinin -aristokrasiyle yeniden ittifak kurmak da dahil olmak üzere- kendi devrimine ihanetleriyle örülüdür. İşçi sınıfı çeşitli tarihsel uğraklarda (1830, 1848, 1870) devrim bayrağını devralarak tarihe yön verebilmiştir. Her durumda 1789 Fransız Devriminin, 19.yüzyıl boyunca yeniden şekillendiği bir dönem yaşanmıştır; keza, Fransız sanayi devriminin de bu yüzyılda tamamlanmıştır. "1905 Yasası"yla Kilise ile Devletin birbirinden ayrılmasını sağlayan laiklik rejimine geçilmesi ise, 1789’un açtığı yolun son "aydınlanmacı" düzenlemesidir. 

1923 Devrimini yönetenlerse herşeyi daha çabuk yapma mecburiyetini hissetmişlerdir. Aslında Devrim süreci 1919’dan  da başlatılabilir. Her durumda 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışı, 30 Ağustos 1922 Dumlupınar Zaferi ve 9 Eylül’de İzmir’in kurtarılışı, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşmasıyla yeni devletin uluslararası tescilinin (tapu senedinin) alınması, Cumhuriyet’e giden yolun temel taşlarıdır. Bir Ortaçağ İmparatorluğundan modern bir Cumhuriyet’e geçişi tanımlayan ve tarihin çok hızlı aktığı bu özel konjonktür, benzersiz bir tarihsel sürece işaret eder.  

Ama daha da benzersiz olan süreç, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanını izleyen onbeş yıllık dönemde, önce anti-feodal bir hukuk devrimi atılımlarının yapılması sonra da birinci sanayi devriminin yolunun planlı bir sanayileşme modeliyle açılmasıdır. Birinci küreselleşme hareketinin kesintiye uğradığı ve emperyalist sistemde hegemonya boşluğunun oluştuğu 1914-1945 döneminde, 1929 dünya krizinin de meşrulaştırdığı bir içe-dönme zemininde, bir sınai kalkınma fırsatını değerlendirebilmek ancak Cumhuriyet’in bağımsızlıkçı kadrolarıyla mümkün olabilirdi. Kuşkusuz Sosyalist Sovyetlerin de desteğini almayı bilerek... 

1923 Devrimine ihanetler de yönetici kadroların dayandığı egemen sınıflardan gelecektir. II. Paylaşım Savaşı sırasında ticaret burjuvazinin savaş sömürüsü üzerinden aşırı zenginleşmesi, tarımın egemenlerinin ise her türlü reformu (toprak reformu, Köy Enstitüleri) kösteklemesi, tek parti iktidarının kendi içinden çatlayarak bu unsurlarla mücadele gücünü yitirmesi, bir karşı-devrim dönemine geçişin koşullarını oluşturacaktır. 

Cumhuriyet’in Dönemleri 

100 yıllık Cumhuriyet dönemini, Cumhuriyete atfedilebilecek nitelikler bakımından beş ayrı dönemde incelemek mümkündür. 

1920/1923-1945 dönemi: Bu dönem, yukarıdaki tahliller ışığında, Cumhuriyet tarihinin yegane devrimci dönemidir. Siyasi ve iktisadi açıdan iç dinamiklerin belirleyici olduğu, bağımsızlığın egemen ideolojiyi oluşturduğu, laiklik ilkesinin anayasaya yazıldığı dönemdir. 

1946-1960 Dönemi: Bu dönem, Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP eliyle başlatılıp Demokrat Parti eliyle şiddetle tahkim edilen ilk karşı-devrim sürecidir. Muhalefete düşen CHP’nin özeleştirisini yaparak radikalleşmesine de zemin hazırlar.  

1961-1979 Dönemi: 1961 Anayasası, CHP’nin 1959’daki “İlk Hedefler Beyannamesi”nin izini sürer. Güçler ayrılığı benimsenir, siyaset sola açılır. Sol siyasi ve sendikal hareketler güçlenince CHP dahi “Ortanın Solu”nda olduğunu ilan eder. 1961 Anayasasını Türkiye için fazla demokratik bulan sermaye ve sağ partiler, 12 Mart  askeri darbesine zemin hazırlar. Bu dönem, iç dinamiklerin yeniden güç kazanmaya başladığı bir süreci başlatacaktır. Ancak yükselen sanayi burjuvazisinin, planlı ve karma bir kalkınma modelini benimsemesi, bağımsız bir ekonomik gelişme perspektifi kazanması mümkün olmayacaktır. 24 Ocak  Kararları ve 12 Eylül darbesi tam da buna karşılık gelecektir. 

1980-2002 Dönemi: Kapatılan merkez sağ ve sol partiler yerine siyaset sahnesini ele geçirmeyi hedefleyen ANAP eliyle, IMF programının ve askeri darbenin yansımaları sürdürülecektir. 1990’lar hem koalisyonların hem de dinci ve milliyetçi sağın yükseliş dönemidir. IMF programları, 1980’lerden sonra 2000’leri de belirleyecektir. 1994’te büyük metropoller dinci siyasetin eline geçecektir; 1996-97’de Refah Partisi başbakan bile çıkaracaktır. Dönem boyunca ülkenin bağımsız kalkınma perpektifleri aşındırılmıştır.  

2002’den Bugüne: Cumhuriyet devriminin gerçek karşıtlarının, siyasal İslamcıların, gitmemek üzere iktidara çöreklendikleri dönemdir. Cumhuriyet kurumları tasfiye edilmiş veya içleri boşaltılmıştır. Cumhuriyeti kuran partinin de bu sürece dahil edilmesi başarılmıştır. Tarikatlar artık dinci iktidarın vazgeçilmez ortaklarıdır; o kadar ki, bunların en palazlandırılmış olanı bir askeri darbeye cüret edebilmiştir. Karşı-devrim süreci, 2017 Anayasa darbesiyle esas olarak kemale ermiştir. Ancak dinci siyaset, kendi rejiminin inşasını hızlandırmak bakımından Anayasal sürece yeni bir müdahalenin hazırlıkları içindedir.  

Sonuç: Cumhuriyet Düşüncesini Kalıcı Kılmak 

2002’den beri iktidarda olan partinin bugün geldiği aşama, karşı-devrim sürecinin sonuna kadar götürülmesidir. Bu bir İslamo-faşist rejim inşasının tamamlanması gayretidir ve mutlaka durdurulmak zorundadır. Bunu bugün başarabilecek tek güç, sosyalist harekettir. Hem tarihi haklılık bakımından hem de sağcılığın/liberalizmin ve emperyalizmin çekim alanına hiçbir zaman girmemiş olmak gibi bir meşruiyet zeminine dayanmak bakımından.  

Sosyalistlerin en belirleyici toplumsal dayanağı da, dinci sağın çekim alanına girmemek için onyıllardır ciddi bir direnç gösteren Cumhuriyetçi/Kemalist kitlelerdir. Bir başka dayanak da, dinci ideolojinin, Cumhuriyet ideolojisini ve laik yaşam tarzını toplumun düşüncesinden ve yaşamından silmeye muvaffak olamayışıdır. Sermayenin ikili oynamasının foyasının ortaya çıkması da sosyalist solun sesini Cumhuriyetçilere/Kemalistlere duyurmasını kolaylaştıracaktır.  

Cumhuriyet düşüncesi bugüne kadar direnmeyi başardı; bu düşünceyi daha da kalıcı kılmak elimizde. Ancak ona yeni bir içerik kazandırmak koşuluyla. Bu da  ancak Sosyalist Cumhuriyet fikriyle yola çıkılırsa kalıcı kılınabilecektir.