Oxfam’ın ‘Eşitsizlik Virüsü’ başlıklı raporuna göre 18 Mart ile 30 Aralık 2020 arasında dünyanın en zengin 10 milyarderinin servet artışı 3,9 trilyon doları bulmuş. Yani dünyadaki 10 kişi isterse, bütün dünyanın aşı masrafını sadece salgın döneminde elde ettiği kazançla üstlenebilir. Bunun ne kadarının teknoloji sektöründe elde edildiğini sorduğumuzdaysa, The Washington Post’tan Nitasha Tiku’nun haberi imdadımıza yetişiyor. Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg ve diğer altı teknoloji devi salgın sırasında 360 milyar dolardan fazla para kazanmış. Musk servetini dörde katlarken, Zuckerberg 100 milyar doları aşmış, Google’ın ortakları Page ve Brin ise 65 milyar kazanmış. Zenginin malı züğürdün klavyesini yorar diyerek yeniden Oxfam’ın raporuna dönersek; milyarderlerin serveti, salgın öncesi zirvelerine sadece dokuz ay içinde geri dönüp yeni zirvelere koşarken, dünyanın en fakir insanları için iyileşme on yıldan fazla sürebilir. Yani salgında zenginler daha zengin oldu, yoksullar daha yoksullaştı tespiti, verilerle destekli bir hakikat.


Pandeminin teknoloji sektörünü büyütmesi şaşırtıcı değil. Çünkü insanlar evlerinden çıkamadığı için çevrimiçi hayata yöneldi ve bu yeni fırsatlar yarattı. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda, aslen büyük eşitsizliğin yaratılmasında internetle gelen platform kapitalizminin katkısına değinmek istiyorum.

HEPİMİZ KİRACI MI OLDUK?

Jathan Sadowski, The Reboot için yazdığı makaleye “Derebeylerinin İnterneti Hepimizi Kiracı Yapar” başlığını (The Internet of Landlords Makes Renters of Us All) atmış. Buradaki Landlords “ev sahibi” diye de çevrilebilir ama ben özellikle “derebeyi”ni tercih ediyorum. Çünkü Sadowski’nin tanımı bağladığı yer “derebeyi” tanımını daha iyi karşılıyor. Diyor ki, derebeylerinin interneti, tüm sosyal etkileşimleri ve ekonomik işlemleri kurumsal platformların aracılık ettiği “hizmetlere” dönüştürmeye dayanır. Amazon’un e-ticaret ve bulut sunucuları için yaptığı, Uber’in taşıma için yaptığı, Google’ın arama ve üretkenlik araçları için yaptığı budur. Bir noktada bütün ticaret yapanların platformların kiracısı olduğu söylenebilir. Bunun karşılıklı bir alışveriş olduğunu iddia edenler de olacaktır ama mesele o kadar basit değil. Çünkü mülkiyet tek elde toplanırken herkes kira öder hale geliyor. Örneğin; eskiden bir programı bir kez satın almak mümkünken artık kullanımı için aylık bedel öder hale geldik. Dahası Sadowski’nin de dediği gibi cihazı satın aldıktan sonra bile, üreticisi, fiziksel nesnenin dijital bölümleri üzerindeki mülkiyet haklarını elinde bulundurarak, üzerinde değişiklik yapmamızı, tamir etmemizi veya kullanmamızı engelliyor. Daha da ileriye gidersek çoğu kez cihazı bir kez almak yetmiyor, içindeki bulut servislerine aylık olarak ücret ödemeye devam ediyoruz.

VERİ MÜLKİYETİNDEN DİJİTAL EMEĞE

Sadowski’nin perspektifi veri mülkiyetinin daha iyi düzenlenmesi yönünde. Çünkü verilerimiz üzerinde bir kontrolümüz olursa, platformlar üzerinde daha fazla gücümüz olacağını düşünüyor. Elbette haksız değil. Çünkü veriyi de artık bir para birimi gibi düşünebiliriz. Belki bir kişinin verisi bir şey ifade etmeyebilir ama milyonlarca insan bir araya geldiğinde bu inanılmaz bir bağış anlamına geliyor. Zaten kiracısı olduğumuz platformlara bir de ayrıca böyle ödeme yapıyoruz.

Sadowski’nin geldiği yerden biraz ileriye gidersek aslında platformların üzerindeki içeriği de çoğunlukla bedava üretiyoruz. Tweetler yazıyoruz, fotoğraflar paylaşıyoruz, videolar koyuyoruz ve profesyonel içerik üreticisi değilsek bunu ücretsiz yapıyoruz. Bu köşede daha önceki yazılarda “dijital emek” başlığı altında işlediğimiz bu durum, ‘derebeyi’ tanımına daha uygun. Nihayetinde derebeyliği de feodalite çağında topraklar üzerindeki mülkiyet hakkı yüzünden herkesi karın tokluğuna çalıştıran sistemdi. Biz de bunu platformların içinde var olmak ve sosyal bağlantılarımızı kaybetmemek için yapıyoruz.

İşte tüm bunlar, ilk paragrafta bahsettiğim salgın zenginleşmesi ve ötesini açıklıyor. İnternetin kurucu babalarından Tim Berners Lee’nin “Böyle hayal etmemiştik” yorumu da bu manzaranın içinde kendine anlam buluyor. Siyaset henüz bununla mücadele için kapsamlı bir strateji geliştirmiş değil. ABD’de yeni Başkan Joe Biden’ın yaptığı son atamalarla büyük teknoloji şirketlerine karşı vereceği anti-tröst mücadelesinin işaretini almış olsak da bu kesin çözüm değil. Zira bu şirketleri siz çok büyüdünüz diye bölmekten daha fazlasına ihtiyaç var. O da bir ya da birkaç kişinin sahibi olduğu platform kapitalizminin içinde bulunamaz. İnsanlık, daha ademimerkeziyetçi, üzerinde kullanıcılarının da söz sahibi olduğu bir internet düzeni için daha fazla düşünmeli ve işbirliği yapmalı.