Memleketin sağ vasatının kavrayışında otoritarizm her zaman ve her şartta kötü değildir; tokmağın kimde olduğuna göre otokrat “kutlu lider” oluverir. Atanmışlar-seçilmişler gerilimi de sadece “atanmışlar” kendinden olmayınca sorundur. Seçilecekleri ve de atanacakları “lider” seçti mi geriye sorun falan kalmaz. Bin türlü vesayet teorisi iktibas eden sağ liberal-demokrat zevat bugün ya suskun ya zırvalıyor; zira zihinlerinin ardındaki “demokratlık” çoğunlukçuluğa, “liberallik” de muktedirin bahşettiği özgürlük alanına endeksli.

Muhtarlardan kaymakamlara

Saray, epeydir partilerin rutin grup toplantılarını andıran etkinliklerin sahnesine dönüştü. Temel fark, gündeme dair siyasi değerlendirme yapanın parti lideri değil Cumhurbaşkanı olması. Erdoğan, muhtarlarla yaptığı toplantıları kamuoyuna “mesaj” vermek için mecra olarak kullanmayı, muhtarları tek kişilik bir gösteriyi izleme adına sırasını bekleyenlere dönüştürmeyi çok sevdi. Muhtarlara “seçilmiş” olduklarını hatırlatarak onların mahalleliyi temsil etme gücüne sahip olduklarını ve de ötesinde temsil ettiklerini “lider” adına denetleyebileceklerini müjdeliyor! Hal böyle olunca vazifeşinas muhtarlar, mahallelerinde ihbar müessesinin amiri olmak için harekete geçiriyor; yetmiyor bildiriye imza atan akademisyenlere ikamet ilmühaberi almaya gelmiş bakışı atıyor ve parmak sallıyor. Saray-muhtar buluşmalarını eleştirenlere “bakın sizi küçümsüyor bu elitistler” demek de son dönemde vakayı adiye. Halbuki muhtarların cumhurbaşkanıyla buluşmasına değil; onları figüranlaştıran ve yeni bir tahakküm sahası açan mekanizmaya itirazlar.

Milli irade böyle buyurdu

Muhtarlar “seçilmişlik” sıfatıyla zevahiri kurtarıyordu ama Saray doğal olarak muhtarlarla yetinmek istemedi. Muhtarlardan sonra küçükten büyüğe sıra kime gelmeli sorusuna cevap nihayet bulundu: Kaymakamlar. Onlar “atanmıştı” ama olsun, kaymakamlara da “binlerce yıllık devlet geleneğini” anlatmak gerekirdi değil mi? Kaymakamlar, demokratik bir biçimde “alttan” denetlendiklerini, muhtarların kendilerini Saray’a şikayet ettiklerini öğrendiler. Malum ileri demokrasimizde şikayeti olan doğrudan Saray’a müracaat ediyor; makam atlamamak eski Türkiye’de kaldı. Kaymakamlarımız yeni bir bilgi daha edindiler; gerektiğinde mevzuatı bir yana koyacaklar, iradelerini kullanacaklardı! Hukuk devletinin rutini ne de olsa sadece mağdurun aleyhine olduğunda işliyor artık. Muktedire göre “milli irade” Saray’da tecelli ettiğine göre, Saray’a gelen de “milli irade”den pay alacak ve gerektiğinde asker, polis olan esnaf gibi o da “milli irade”nin gereğini yapacaktı. Seçilmiş belediye başkanlarını baypas edip, belediyenin araçlarına el koymak da buna dahildi! Seçilmişler “bizim değilse” sandık beyhudedir değil mi?

Şimdi Saray- devlet entegrasyonu tam gaz ilerliyor; hani erken cumhuriyet dönemindeki parti-devlet özdeşliğini eleştirenleri mi arıyorsunuz; taze bitti onlar! Aralarından bir kısmı “milli irade”nin varsıl kalemşorları arasında ikbal sahibi oldu. Eleştirel olanlar da “devlet AKP’yi ele geçirdi” mavalı okuyor bize. Neymiş efendim, vesayete karşı halk AKP’ye destek vermiş; sonra devlet müthiş bir operasyonla AKP’yi zapt etmiş. AKP’lilerin bu işte hiç suçu yok zaten; “zavallılar” devlet tarafından ele geçirildiklerinden memleketi savaşa götürdüler, ne kadar muhalif varsa cadı avı başlattılar. AKP yine mağdur oldu sormayın! AKP’nin kurumları tek tek ele geçirip devletleşmesini, devlet AKP’yi ele geçirdi diye anlatmak müthiş bir entelektüel başarı.

AKP’nin ne olduğunu biliyoruz da her defasında iktidara stepne olup, işler bozulunca elini muhaliflik deterjanı ile yıkayanlar var ya asıl onlara itibar etmekten kurtulmazsak demokrasi adına zehirlenmeye devam edeceğiz!