İktidar bloku yeniden devlet içi bir tahkimat peşinde. Seçim öncesinde Saray etrafındaki hiziplerin birbirleriyle açık bir mücadeleye giriştiğini, kimi zaman mafya tetikçileri kimi zaman da medyadaki aparatlar vasıtasıyla gücü kendi ellerinde toplamaya çalıştıklarını görmüştük. Bu çatışma, bürokrasinin içerisinde oluşan çeşitli menfaat odakları arasında da benzer bir biçimde tekrarlanıyordu. Aynı zamanlarda Kılıçdaroğlu sıkça bürokratlara sesleniyor ve haksız hukuksuz işlere imza atmamaları konusunda onları uyarıyordu. Muhalefete devlet içinden ulaşan çeşitli dosyalar ise en çok iktidarın zirvesini rahatsız ediyordu. Buna rağmen seçim öncesinde Saray’dan bürokrasiye doğru etkin bir müdahale gerçekleşmedi. Erdoğan zannedildiği gibi seçimleri kazanacağından emin değildi ve devlet içindeki taşları yerinden oynatmanın riskini almak istememişti.

Seçim geride kalıp iktidar yeniden kazanınca “içeriye” nizam vermek şart oldu. Bunun da ilk göstergesi kabinenin kompozisyonuydu. Erdoğan kabineyi açıkladığında doğal olarak birçok yorumcu tek tek isimler üzerinde görüş bildirmeyi tercih etti. Kâh CB yardımcısının Kürt olmasını “yumuşamaya” yoranlara rastladık, kâh Mehmet Şimşek üzerinden “ekonomide rasyonelliğe dönüş” geliyor diyenlere. Ancak kabinenin şekillendirilmesinde kişilerin tekil özelliklerinden ziyade bir başka eğilim dikkat çekiyor. Erdoğan, açık bir biçimde bir önceki dönemin başlangıcına damgasını vuran “CEO bakanlar”dan vazgeçmiş yerlerine bürokrat kökenli bakanları tercih etmiş. Çünkü hedefinde devletin güvenlik-adalet ve dış politika gibi taşıyıcı kolonlarında çoktan alenileşen derin çatlakları sıvamak var. Yıllarca atanmışlar – seçilmişler geriliminden beslenen ve hep çubuğu seçilmişlere büken iktidar bürokrat kökenlileri Saray rejiminin ayakta kalması için memur kılıyor.

***

Amaç devlet içi tahkimat olunca, kendisi bizatihi bir “devlet” gibi davranan ve böyle yaparak Erdoğan’dan rol çalan bir bakan profiline kabinede rastlanmaması çok doğal. Eski İçişleri Bakanı Soylu örneğinde olduğu gibi sürekli kamuoyunun önünde olan, iktidar içindeki mevzi mücadelesinin bir parçası konumunda yer alan bir siyasetçi tipi yerine “gerektiğinde”, “gerektiği kadar” konuşan, nüfuz elde etmek için çatışan öznelere mesafeli bir bürokrat tercihi restorasyonun odaklarından biri haline getiriyor. Diğer odakta ise “gözlerdeki ışıltı” defterini kapamış, uluslararası sermayenin talepleriyle içerideki müttefiklerinin beklentisini yeni bir dengeye oturtma telaşı dikkat çekiyor. İlk odak, nasıl iktidarın muhalifler üzerindeki baskısının azalmasını değil üslubunun değişmesini anlatıyorsa; ikinci odak da özellikle sabit ücretlilerin yaşadığı ekonomik darboğazın artacağını, en zengin lehine servet transferinin devam edeceğini söylüyor.

İktidar bloku, bir yanıyla geniş toplumsal kesimlerin sırtına yeni ağırlıklar yüklemeye bir yanıyla da buna yönelik potansiyel itirazları milliyetçilik – din ekseninde bastırmaya hazırlanırken düzen muhalefeti genel itibarıyla seçmen tabanını çıldırtan büyük bir sessizlik içinde. “Ortada bırakılmışlık” hissini köpürten bu sessizlik, yakın geleceğe ilişkin tehlike çanlarının çalmasına neden oluyor.

***

HDP eş başkanları seçimden sonra eleştiri, özeleştiri mekanizmasını işleteceklerini söyleyerek Meclis muhalefetinin genel suskunluğundan farklı bir pozisyon aldılar. Bu muhasebe sürecinin nasıl sonuç vereceğini birlikte gözlemleyeceğiz. Millet İttifakı’nda ise benzer bir çaba şimdilik ufukta görünmüyor. CHP’nin yeni MYK kurması gibi kozmetik değişimler haricinde ana muhalefette bir gelişme yaşanmadı. Politik ön kabullere dair bir sorgulama, izlenen stratejinin doğru olup olmadığına ilişkin açık bir tartışma, bundan sonra izlenecek yolu birlikte belirleme istenci vb. hiçbiri ortada yok.

Millet İttifakı’nın diğer 5 lideri sırra kadem bastı. Sanki yenilgi yalnızca CHP’nin yenilgisi, kendileri bu seçime girmediler de önceden rezerve ettikleri Meclis koltuklarına oturdular gibi bir tavır içindeler. Kılıçdaroğlu ve CHP üzerinde eleştirilerin yoğunlaşması anlaşılır elbette, çünkü masanın kurucu siyasi iradesi CHP’dir. Ancak diğer 5 partinin hiç mi eksiği yoktu? Kılıçdaroğlu’nun seçilememesi sadece CHP yönetiminin bir sorunu mudur? Seçim öncesi laik kitlelere yüksek perdeden konuşan, mevkileri paylaşan, bizim iznimiz olmadan karar alınmayacak diyerek dereyi görmeden paçaları sıvayan o “ılımlı”, “demokrat”, “bilge” sağcılar şimdi neredeler?

“Önümüzde yerel seçim var, aman eleştirmeyelim, taşları yerinden oynatmayalım” diyenlere kulak kabartırsak bir arpa boyu yol gidemeyiz. Belki de bütün taşların yerinden oynamasına, ezbere bildiklerimizi unutmaya, yeni bir yol açmaya ihtiyacımız vardır.