Daha dün gibi aklımda. 15 saate yaklaşan otobüs yolculuğundan sonra Bodrum Otogarı’na varmamız. Minibüs egzozlarına karışan Ege lehçesi, henüz tam olgunlaşmamış satsuma kokusu. Caddenin hemen sağındaki manavların rengarenk görüntüsü. Raşit’in çay bahçesine giden daracık çarşı yolu. Hediyelik eşya dükkânları, halıcılar, takı mağazaları. Sabah serinliğine karışan ama herkesi farklı yönlerden yakalayan bir mutluluk hissi. Ne zaman kırk sene geçti Emel yenge?

Azmakbaşı’nı geçip Halikarnas’a doğru yürürken yollara serilmiş süngerler, sandaletlerden arta kalan deriler, güneşten tunçlaşmış yüzleri, sigaradan sararmış dişleriyle yaşlı ama dinç balıkçılar.

Sırtımızda gitarlarımız, elimizde küçük valizler ve buruşmuş bir kâğıt, Mavi’nin adresinin yazdığı. Sağ tarafta deniz olduğu için soldaki binalara bakarak, sabırsızlıkla ama bir o kadar da telaşsızca yürümemiz.

Ne zaman kırk sene geçti Ahtapot Engin söylesene?

Mavi’nin kapalı ama kilitli olmayan kapısını açmamız. İçeride beyaz bir bisiklet. İçkilerin konduğu duvara monte edilmiş ahşap servis bar.

Derken öğlene doğru sakalını sıvazlayarak gelen Mavi’nin sahibi Haluk. Oradan Doğan’ın pansiyonuna yerleşmemiz. Akşam olduğunda şarkıları hiç bilinmeyen, kendileri hiç tanınmayan bir amca ve iki yeğenden oluşan “Grup Gündoğarken”in mikrofonsuz, kablosuz, hoparlörsüz ilk performansı.

Oya, Hakkı, Mehmet, İrfan ve Kübra’dan oluşan iş arkadaşlarımız. Sonrasında her yaz Mavi’yi evimiz bellememiz. Orada yaptığımız şarkılar, platonik sevdalar ama her daim taze umutlar. Ferhan Şensoy ve Bülent Kayabaş’ın çaldığımız sahnenin hemen yanında yuvarlak, ahşap bir saksının kenarına oturup sağa sola sataşmaları. Ferhan’ın beğendiği şarkılardan sonra “Vay amcasını” demesi.

Duygu Ankara’nın -niye böyle hatırlıyorum bilmiyorum- grili mavili ama hüzünlü gözleri. Konuşsana Korsan Aytaç hangi ara kırk sene geçti?

Erkan Oğur’un arkasına bastığı espadrillerle hasır bir tabureye oturarak çaldığı enfes sololar. Şarkılarımıza kattığı tatlar. Sonra Haluk’un askerden dönen kardeşi Faruk. Onunla sabahlara kadar süren saçmalama seanslarımız. Hayatın bu anlamsızlığından, hiçliğinden tat almamız. Çocuklar okullarına giderken bizim “son bir bira vallahi” diyerek günaha girmemiz.

Oğuz bıyıklarınla oynayıp, gözlüklerinin üstünden bakıp susma. Nasıl oldu da kırk sene geçti?

Evet sevgili dostlar 3 Mart Pazar akşamı Bodrum Mavi’nin 40. Yılı’nı sevgili Jehan Barbur’un yaptığı çok güzel bir organizasyonla kutladık.

Çok özel ve çok duygusal bir geceydi. Kuruluşunda iki katına sadece otuz-kırk kişinin sığabildiği bu müzik mabedi orada çalan söyleyen müzisyenler için müzikli bir mekân olmanın çok ama çok ötesinde bir anlam ifade eder.

Mavi her zaman yeni seslere, yeni yüzlere, yeni tarzlara fırsat tanıyan bir yerdi.

Bodrum bizler için Mavi’ydi. Mavi de Bodrum. Orada ilk çaldığımız zaman bizleri dinlemeye gelen üniversite öğrencilerinin birçoğu şimdi torun sahibi. Bu öylesine tuhaf bir duygu ki anlatılmaz.

O akşam Bülent Ortaçgil, Neşet Ruacan, Nejat Yavaşoğulları, Batu Mutlugil, Birsen Tezer, Jehan Barbur

Hepimize eşlik eden Jehan’ın grubuna da sonsuz teşekkürler-, Sarper Semiz, Tanju Eksek, Aydın Karabulut, Hami Barutçu, Tunç Öndemir, Saygın Yeltan ve orada olup bu tarihi ana ortak olan o kadar çok müzisyen ve dinleyici vardı ki.

Ben geçtiğimiz pazar gününde miyim yoksa 19 Mayıs 1984’te mi bilemiyorum ama bir kırk yıl daha geçse de Mavi’de yine çalacağız, unutma Serhan…