Google Play Store
App Store

“Uluslararası toplumun onurlu üyesi Türkiye…” denirdi, insan haklarına ilişkin yasa gerekçelerinde. Uluslararası topluma kendini kabul ettirmek için AKP, ilk yıllarında Avrupa Birliği kaldıracını da kullanarak Ecevit hükümetinin başlattığı reformları sekter biçimde de olsa sürdürdü. Neden sekter? Çünkü balayı dönemi, AKP-Gülen ekseninde yer almayan demokrat, sol ve insan hakları savunucularını da baskılamak için kullanıldı. Özgürlükleri baskılayıcı düzenlemeler, 2017’de başladı; 2011 seçimleri sonrası merkezileşme ivme kazandı. 2013’te Gezi, “dış güçler” söylemi eşliğinde anayasasızlaştırma sürecini görünür kıldı.

***

İlerleyen yıllarda kurulan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) ile ulusal alandaki kuralsızlaştırma, kurumsalsızlaştırma, kazanımları değersizleştirme ve sistemsizleştirme, uluslararası savrulmalara da yansıdı. Cumhuriyet dönemi dış politikası ve Anayasa’nın amir hükümleri bir yana bırakılarak, kişisel ilişki ve tercihler, kısa dönemli çıkarlar öne çıkarıldı. İşte bazı kesitler:

•Katil eline dosya: Yurttaş olmayan “mahpusların” yabancı ülkelere resmen nasıl “kaçırıldığı” belleklerde iken, Cemal Kaşıkçı dosyası, tersi yöndeki kararlılık iradesi unutularak, katil Devlet’e gönderildi. Suudi Arabistan (SA) İstanbul Başkonsolosluğu’nda fiziken yok edilen kişinin dosyasının katillerin eline verilmesi, dünya hukuk tarihinde kara bir leke.

•Sözleşmelerde karşıtlıklar: Kadına yönelik şiddetin yaygınlaştığı bir sırada Anayasa çiğnenerek İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış ve Paris Anlaşması onaylandığı halde çevresel yağmaya devam, değerlere ve kurallara inançsızlığın tipik göstergeleri.

•Yönetsel karmaşa: Çift başlı yönetime hayır sloganı ile anayasal düzen yıkıldı. Ama dış ilişkileri Cumhurbaşkanı mı, Dışişleri Bakanı mı, Saray kurulları mı yoksa CB Sözcüsü mü yönetiyor? Belli değil.

•SA’ya gezi: Cumhurbaşkanı gezisi, “PBYDBY neden bir an önce sonlandırılmalı?” sorusunun da açık bir yanıtı. Parlamenter rejimde başbakan böyle bir dayatma gezi yapabilir miydi? Yaptığı varsayımında, dönüşünde Meclis’ten kaçabilir miydi? Seçimlere az kala, Türkiye Cumhuriyeti ve yurttaşları için onur kırıcı ve rencide edici gezi sonrası, tek amacı para girdisi olan gezi tasarılarını kestirmek zor değil. Kaşıkçı dosyasını para için katil devlete gönderme, CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun, “Türkiye’de can güvenliği yok” sözlerinin teyidi ve devletimizin uluslararası toplum önünde saygınlığını sıfırlayan bir durum.

•Gezi hıncı ve seçimler: Buna karşılık, hak ve özgürlüklerini kullanarak anayasal düzeni korumaya çalışan yurttaşların arkasında dış güçler aramak, artık bir AKP-MHP ittifakı klasiği. SA’ya gezi öncesi açıklanan ve Anayasa madde 138’i dinamitleyen Gezi kararlarını öven CB; üst yargıya gözdağı verdi. Gezi’yi dış güçlere bağlayarak halkı aşağıladı. Oysa Gezi, belli liderlerin çağrısı ile veya dış güçlerin tezgâhı ile gerçekleştirilmesi olanaksız kitlesel bir demokratik hareket. Avrupa Mahkemesi kararlarına meydan okumayı sürdürdü. 2023 seçimlerine yönelik şantaj malzemeleri üzerine puçları verdi.

•“Yurtta ve dünyada savaş”: Ulusal ve uluslararası ölçekte, çifte karşıt söylem, iktidar için savaş sloganı gibi. Aydınlanma Çağı’nın yaşandığı, hukuk devletinin ve insan haklarının doğduğu Batı’ya karşı sistematik hasmane söylem, kendi özgür tercihi ile kurumlarında, hukukunda ve değerler sisteminde yer alan Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığı değil mi? Tam tersine, Taliban’a karşı pek yumuşak ve kibar bir dil Afrika, Orta Asya ve Orta-Doğu otoriter yönetimleri ve diktatörlere övgülerle sürüyor. Ulusal ölçekte ise laiklik-yurttaşlık ve özgürlük düşmanı cemaat ve vakıfları kollama ve dışarıda, dinci-otoriter yönetimlere yaklaşım tarzı arasındaki koşutluk açık. Demokratik cumhuriyetçilere yönelik ötekileştirici ve siyasal iktidarın serbest seçimler yoluyla eldeğiştidiği devletlere yönelik olumsuz tavır arasındaki koşutluk da açık. Amaç belli: Seçimlerde demokratik cumhuriyetçielere karşı “dış güçlerle işbirliği” ithamını kullanıma sokmak.

***

Bütün bunlar, PBYDBY kurgusu ile kurul halinde yönetimi, siyasal sorumluluk ilkesini, demokratik denge ve denetim düzeneklerini tasfiyesinin bir sonucu. Bu nedenle işe, parlamentoculuğun temel kurum, kural ve ilkelerini yeniden inşa ile başlamak gerekiyor.