Kuraldır, sermaye, devlet tarafından, toplum adına denetlenmez de tersine devletten aldığı destekle gücünü sınırsız kullanma olanağı bulursa, yalnızca emekçiyi sömürmekle yetinmez, doğayı da yağmalar.

AKP iktidarında, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine tüm ülkede yıllar boyu yaşanan ve her gün biraz daha ağırlaşan tam da bu “çifte sömürü” sürecidir. Devletin sermayeyi dizginlemesi “toplumsal duyarlılığı” ile doğru orantılıdır. AKP iktidarı bu duyarlılıktan hızla uzaklaşmaktadır.

Olağanüstü doğasıyla Doğu Karadeniz bu genel doğrunun ders niteliğindeki örnekleriyle doludur.

Doğu Karadeniz’de, daha AKP iktidara gelmeden önce Sahil Yolu ve HES yapımı ile başlayan doğa kıyımı, AKP iktidarında kural ve sınır tanımaz noktalara tırmanıyor.


AKP’NİN TIRMANDIRDIĞI

AKP iktidarı, önce Samsun’dan Artvin’e kadar uzanan ve “yaylaları asfalt ve beton yol” ile birleştirmeyi amaçlayan Yeşil Yol projesini başlattı. Özellikle Hemşin ve destansı Cerattepe Direnişi’ni sergilemiş olan Artvin’de halkın yoğun tepkisiyle karşılanan ve yargıya taşınan Yeşil Yol’un yapımı, Danıştay Dava Dairelerinin geçen yıl aldığı iptal kararına karşın, parça parça yapımlarla devam ediyor. AKP bu konuda da yargı kararını hiçe sayıyor.

Sonra, Başkan Erdoğan’ın, bölgenin doğal güzelliklerini öve öve bitiremeyen Katar Emiri ile birlikte yaptığı bir gezinin sonrasında Sürmene’nin Çam Burnu ormanı hem de Ocak (2017) ayında aynı anda 6-7 yerde çıkarılan yangınla yakıldı ve anında orada lüks konut yapımına başlandı.

Aynı süreçte Başkan Erdoğan’ın “rezil ettik” dediği Ayder Yaylası başta olmak üzere Trabzon’da Uzungöl, Ordu ve Giresun yaylaları doğa katliamının başlıca kurbanları oldu. Rize-Artvin Havalimanı yapımı için koca bir köy, Subaşı (Haçapit), patlamaların yaşandığı bir taş ocağına dönüştü.

Bu süreçte “Derelerin Kardeşliği” gibi çok sayıda doğa dostu örgütlenmelere gidilmekle birlikte halkın tepkisinin ana nedeni şudur: Doğu Karadeniz insanı, denizinden yaylalarına kadar uzanan sayısız dereleri, gür ormanlarıyla yeşil vadileri ve sürekli yağmuru ile yorucu ve acımasız doğanın kucağında yaşar; onun için doğa, yaşamdır.

Bu nedenle bölge insanına yapılacak en büyük kötülük doğa katliamıdır.

Fatsa’nın ortasındaki orman varlığına saldırı örneğinde görüldüğü gibi, gün geçmiyor ki Doğu Karadeniz’de yeni bir doğa talanı olmasın.

İkizdere “taş ocağı” olayı ayrıca dikkat çekiyor.

ARTIK YETER!

İkizdere Vadisi’nde kadınlı-erkekli halkın, “Sular özgür aksın” çığlığı, “Bal mı Taş mı” ya da “Çay mı Taş mı” sorularıyla, tulum eşliğinde horon oynayarak, taş ocağı açılmasına karşı çıkışını, AKP iktidarı, ülkenin her tarafında yaptığı gibi, yine düşmanca karşıladı. Bu arada, İkizdere Vadisi’nin bir kolunun ilaç gibi yararlı olan balı nedeniyle adı neredeyse Rize kadar bilinen Anzer Yaylası’na açıldığını ve orman katliamından bal üretiminin de zarar göreceğini belirtelim.

İktidar, İkizdere’de doğasını, aslında kendi yaşamını, yasal haklarını kullanarak savunan yöre halkını güvenlik güçleriyle karşı karşıya getiriyor.

İktidar, bununla da yetinmedi, İkizdere olayını, akıl dışı bir tutumla, dış güçlere bağladı. AKP’nin en üst yönetim birimi olan MKYK üyesi Metin Külünk, İkizdere halkının haklı direnişi üzerine, “Biden’ın Karadeniz Planını Deşifre Ediyoruz” açıklamasını yaptı; elbette yine hiçbir kanıt ya da delil göstermeden, yapabildi!

AKP’nin yüksek oranda oy aldığı bölgelerin başında Doğu Karadeniz geliyor. Ancak, AKP’nin bu bölgenin doğasına karşı yok edici tutumu, tam anlamıyla bir “besle kargayı oysun gözünü” örneğidir.

Yazıyı, büyük ses sanatçımız Tarkan’ın, İkizdere bağlamında yerel ağızdaki “bi” yi de kullanarak söylediği, ancak, tüm ülke için geçerli olan şu güçlü sözleriyle sonlandıralım: “Her gün memleketimizin doğasını, toprağını para ve güç uğruna feda edenler; çocuklarımıza, yarınlarımıza miras bırakacağımız güzel memleketimize bu katliamları reva görenler, bi durun artık! Yeter!”

***

1 Mayıs, Birlik, Mücadele ve Dayanışma Bayramımız kutlu olsun.