Google Play Store
App Store

Türkiye 7 Haziran seçimleri öncesine göre siyasi olarak bambaşka bir ülkeye dönüştü. Yükselen savaş bloku karşısında güçlü bir barış çağrısına ihtiyaç var.

Seçimden sonra tahmin edilen gerilimler ve hukuk dışılıkların hemen hepsi hayat buldu ve maalesef iki aylık süreçte iç savaş denilebilecek bir duruma gelindi. Şimdi ne olacak? Türkiye’nin siyasi kavimlerinin nüfuslarında büyük bir değişim olmadığına göre, yeni bir seçimde, benzer bir tablonun oluşması pek muhtemel.

Görünen o ki, oyunu konjonktür ve politika önerileri ışığında belirleyen seçmenlerin oranı yüzde 5 dolayında. Bunun ötesinde seçmen kaymaları mevcut siyasi yelpaze içinde çok olası görünmüyor.

Bu durumda, eldeki imkânlarla ne yapılabilir, onu düşünmek gerek. Siyaset yapmanın birçok tarzı ve türü var. Burada baktığımız ise; parlamenter ve seçimlere dayalı, kapsayıcı ve anaakım partilerle yapılabilecekler üzerine.

Öncelikle şunu unutmamak lazım, toplumsal dönüşüm siyasi olarak hedeflenebilir ancak bu hem çok değişkenli hem de kolay tahmin edilemeyen bir süreçtir. Yani insanları radikal biçimde dönüştürecek siyasi hareketler 4 yıllık ya da 4 aylık seçim aralıklarıyla mümkün değil. Dolayısıyla, seçim aralıklarına endeksli siyaset de, haliyle standart pazarlama stratejileri ile yürüyor. Özetle müşteri (seçmen) ne istiyorsa onu sunacaksınız.

Yani hem kadro partisi olacağım ve kitleleri dönüştüreceğim, hem de kitle partisi olacağım demek hayalperestlik. Kitle partisi olan partiler, genelde kitlenin genel karakterlerini taşıyan ve onları dillendiren söylemlerle ortaya çıkıyor ve iktidar oluyorlar. Hırsızları temsil edecek bir parti kuruyorsanız ve hırsızların oyuna talipseniz, seçim propagandanızı polise teslim olmak üzerine kuramazsınız.

İkincisi, Türkiye’de öyle çok bilinmeyenli bir seçmen nüfusu yok. Şifreleri gayet açık ve pek sıkça dillendirilen bir ülke. İşte nüfusunun ekseriyeti Müslüman olan, etnik olarak sayıca az olanların az sayıda olduğu, muhafazakârlığın ve milliyetçiliğin pek çok yerde ağır bastığı bir ülke. Dolayısıyla yüzde 40 ve üzeri oy alıp bu ülkenin tamamını yöneteceğim iddiasında olan partilerin, bu çoğunluğu hesaba katmaktan başka çareleri yok.

Seçimi hakkıyla kazanmak için kabaca biraz dindar, biraz Sünni, biraz Alevi, biraz Kürt, daha az Zaza, daha az Ermeni, biraz Arap, biraz Muhacir, çok az Ateist, erkek ama bir o kadar kadın olmanız gerek. Bütün bunları bir arada tutmak için de uzlaşmacı olmanız şart. Seçmen çatışma çıkaranları genel olarak sevmez.

45 günlük fantastik keşiflerin ardından, koalisyon senaryolarından anlaşılan, bu kafayla bir arpa boyu yol gidilemeyeceği. Değişim için, iktidar partisinin bölünmesi, ‘gülün gelip’ ‘gülün verilmesi’ ve benzeri çok da anlamlı olmayan pek çok gülünçlük akla gelirken, bir başka ‘güllü’ çözüm göz ardı edilmiş gibi. Onu da ben söyleyeyim. 1980’lerin sonunda SODEP ve HEP’in vakti zamanında paylaştığı ‘gül’, çözümün anahtarı olabilir. Buna ‘güllerin kardeşliği’ de denebilir.

Daha önce yazmıştım, ‘durun siz kardeşsiniz’ diye, BDP ve CHP arasındaki Sosyalist Enternasyonal’den kaynaklı bağı işaret ederek. Bunun tabanda bir karşılığı olduğunu 7 Haziran seçimlerinde gördük. Batıda HDP’ye oy verenlerin yaklaşık üçte birinin, geçmiş seçimlerde CHP’ye oy vermiş seçmenler olduğunu çeşitli kamuoyu yoklamaları da gösterdi.

Koalisyon müsameresi sırasında, ‘halk’ partisinin iktidar partisi ile 40 saat görüşürken ‘halkların’ partisi ile sadece iki saat görüşmesi talihsizlik olsa da, bu görüşmenin sembolik bir değeri var. Bunun daha sık ve daha çok yapılmasında da fayda var. Bugün, bölgenin de Türkiye’nin de en çok ihtiyacı olan, barışa sahip çıkan ve milliyetçi çılgınlıkları reddeden bir blokun ortaya çıkmasıdır. Bunu da belli ki iktidar partisi ve onun milliyetçi yoldaşı yapmayacak.

Seçim ittifakı, ortak parti ve benzeri olasılıklar düşünülebilir ancak bu savaş çılgınlığından çıkış için, içinde C-H-D-P harflerinin de olduğu ve tüm diğer barış isteyen kesimlerin buluştuğu bir alternatif mümkün. Alternatif oluştururken kadınların gücünü unutmamalı. İster inanın ister inanmayın barışı en çok kadınlar istiyor.

Böyle bir blokun hem ülkede hem bölgede barışı vurgulayan ve hem de ülkenin etnik ve dini gruplarını temsil eden bir alternatif oluşturması mümkün. Özellikle bu iki partinin de milliyetçilikten uzak durup toplumsal refah, adalet ve barış odaklı bir programla son seçimde aldıkları oyların toplamını artırma olanağı var. Bu eksende, şeffaf ve samimi bir çözüm süreci de olası. Ama ilk yapılması gereken, ‘gül’ kapılarının ardına dek açılması. Kimsenin ‘bize kim, hangi koalisyon hükümetini, hangi bakanlıkları bağışlayacak’ diye bekleme lüksü yok.

‘Tarih 2002’de başlamış’ yanılgısından sıyrılıp 1970’lerden itibaren CHP içinde yer almış Kürt siyasetçiler, doğu mitingleri, Meclis’te Kürtçe yemin ile sona eren seçim ittifakı, ondan önce gelen çeşitli Kürt raporlarına dair hafızaları tazeleme zamanı çoktan gelmiş durumda. Vakit, sandıklardan, eski kitapların sayfaları arasından unutulmaya yüz tutmuş gül yapraklarını gün yüzüne çıkarma vaktidir.

İyi pazarlar ve bol şanslar.