Eğer sermaye kontrollerine gidilemeyecekse, daha doğrusu mevcut kısmi kontroller bir tam kontrole çevrilemeyecekse, o takdirde standart ortodoks öneri olan ve 2016’ya kadar uygulanan “kuru serbest bırakıp faizlere müdahale etmek” politikası kurtarıcı olamayacaktır.

Ekonomide hangi gelecek senaryoları?

BirGün Pazar yazım ikinci kez seçim gününe denk geliyor. Bu defa fütürizm yapmayalım ama hemen seçim sonrasının olası ekonomik senaryoları üzerine tartışalım. Sorun başlıkları ve bunlara karşı gündeme gelebilecek olası çözümler üzerinden gidelim. Mevcut yürütmenin sürmesi veya değişmesi üzerinden meselelere bakmaya çalışalım.

Enflasyon

Enflasyon eksik verilerle tartışılıyor. Bu ayın fiyat endeksi geçen yılın aynı ayına kıyasla ne olmuş ona bakılıyor. Bu, yaşanmış gerçek enflasyonu tam yansıtmıyor. Doğrusu, özellikle de enflasyon artış oranlarının azalış eğilimine girdiği dönemde, enflasyonu 12 aylık ortalamalara göre ölçmek. TÜİK bu verileri de sunuyor. Buna göre, Nisan’da TÜFE %43,7 değil %67,2 düzeyinde. ÜFE’de de benzer durum söz konusu; cari enflasyon %52,1 değil %105,6 oranında!

TÜİK’in standardına göre bakılsa bile, %43,7’nin bundan böyle geriye gitmesi çok zor. Çünkü (i) Yılın geri kalanında (belki Haziran dışında) olumlu değil olumsuz baz etkisi çalışacak. Mevcut enflasyon birikiminin de yıllık ortalamayı yukarı çekmesi kaçınılmaz. (ii) Hangi siyasi seçenek geçerli olursa olsun, 29 Mayıs’tan itibaren kurlar yukarı gidecek. İthalatçı bir ekonomide kur-enflasyon geçişkenliği yüksektir. (iii) Bütçe açıklarını yukarı çekecek seçim vaatleri verilmiştir ve enflasyonu geriden takip etse bile ücret artışları da buna dahildir. Bütün bunların toplu etkisiyle, TÜFE yıllık manşet enflasyonunun bu yıl yeniden %70 üzerini görmesi sürpriz olmayacaktır. (iv) Enflasyonist etkileri olan karşılıksız para basma eylemi ve büyüyen bütçe açıkları da hesaba katılmalı. Bu konuları içinden çıkılmaz duruma getirenin mevcut yönetim olduğu dikkate alınırsa, yeni bir siyasi yaklaşımın görece daha başarılı olacağı açıktır.

Maliye Politikaları

Bütçe açıklarının çığrından çıkmasını frenlemeye yönelik vergi politikası değişiklikleri her iki siyasi seçenekte de geçerli olacaktır. Mevcut iktidarın önceliği dolaylı vergilere, harçlara/resimlere yüklenmek yanında 1999 depreminde olduğu gibi MTV ve Emlak Vergisi gibi mülkiyet vergilerini duble olarak almak ve gene 1999 mirası Özel iletişim Vergisi’nin oranında zam yapmak gibi geniş kitlelere yük getirilmesi biçimini alabilecektir. Harcamalarda ise, bütçe yatırımları dışında, sermayeye dönük harcamalarda bir kısıtlama beklenmemelidir.

Yürütmenin el değiştirmesi durumunda ise, yukardaki vergi yüklemeleri gene kısmen geçerli olacak olmakla birlikte, sermayeye dönük vergi istisna ve muafiyetlerde de ciddi bir tasarruf yapılacağının örtük önerileri bulunmaktadır. Ancak Meclis çoğunluğunun kazanılamadığı bir ortamda bunun yapılabilirliği de riske girmiştir. Ayrıca Millet İttifakı’nın bir servet vergisi ve artan oranlı/üniter bir gelir vergisi hazırlığı zaten yoktu; olsaydı da bu Meclis’ten geçmesi artık olanaksız olurdu. Bugünkü muhalefetin daha büyük beklentisinin kamudaki yolsuzlukların ve savurganlıkların önlenmesi, KÖİ gibi bütçeye ağır yük getiren alanların yeniden düzenlenmesi, vb olduğu biliniyor. Ancak, kamuda çıkarılacak envanterin mevcut ekonomik/mali durumun bu tür önlemlerle başa çıkılamayacak denli bozuk olduğunu göstermesi beklenir. 

İktidarın arka bahçesine dönüştürülen kamu bankaları açısından bu tablonun daha ağır olması ihtimali yüksektir. Kredi musluklarını açık tutmayı pek seven iktidarın, şimdi kredilerin ve kredi kartları üzerinden düşük faizli nakit avansların döviz/altın talebine ve tüketime gitmesini frenleyebilmek için olmadık sıkıştırmalara gitmesi ve bankaların da bunu iştahla benimsemesinin gösterdiği gibi mali sistem de geleceğe olumlu bakmamaktadır. Özellikle de faizlerin hızla artması durumunda ellerindeki düşük faizli devlet tahvillerinin ve açtıkları düşük faizli kredilerin önemli zararlar yazması ve bazılarının ayakta duramaması mümkündür. Bu, şimdiden döviz/kredi bulmakta zorlanan şirketler kesiminde de iflaslara yol açabilecektir.

Olasılıklar ve İzlenebilecek Yol Üzerine Alternatif bir Öneri

Üçlü imkânsızlık devam edecekse, parametrelerini değiştirmek şart gözükmektedir. Üçlü imkânsızlık, malum, dışa açık bir ekonomide hem faiz hem de kurlara müdahale edilemeyeceğini öngörür. Örneğin 1980’lerde, henüz sermaye hareketleri serbestleştirilmemişken (1989), hem kura hem faize müdahale edilebiliyordu. 1994’te bu defa bunu açık ekonomi koşullarında denemeye kalkan T. Çiller, krize yol açmış ve IMF’ye sığınmıştı. 1994’ten ders almayanlar, 2018 sonrasında üç döviz krizini tetiklediler. Bir yenisi de şu an oluşma sürecinde.

Mevcut yürütmenin devamı halinde, mevcut para politikası mı sürdürülür yoksa daha önce iki kez yapıldığı gibi yeniden U dönüşü mü yapılır? Bu tam bilinmiyor. Her iki yönde de işaretler var. Bu bile önemli bir belirsizlik ve dolayısıyla istikrarsızlık etkeni. Eğer faiz indirimlerinde inat edilirse, artık her şey çığrından çıkar. Bize göre, mevcut iktidarın devamı halinde bile son 20 aydır götürülen politika sürdürülemeyecek ve faiz artışlarının önü açılacaktır. Ama tüm göstergelerin bu denli bozulduğu bir ortamda sadece faiz artışları üzerinden enflasyonu ve kur artışlarını kontrol edebilmek artık olanaksızdır. Kaldı ki, enflasyon hedeflemesi (enflasyonun üzerinde cari faizler) seçeneği tıkalıdır, çünkü hem bankaları çökertir hem ekonomiyi durdurur. 2021 sonundaki koşullar yoktur, tren kaçmıştır. Yani mevcut iktidarın bir döviz krizini önleyebilmesi zordur. Ödemeler dengesi krizden döndürülebilir mi, şüphelidir. 

Yürütmenin değişmesi halinde, eğer sadece faiz artışları üzerinden gidilecekse, benzer saptamalar geçerlidir. Ancak bu olasılıkta, yenilenen yürütmeye ve ekonomi bürokrasisine daha fazla güven duyulacak olmasının artıları olacaktır: Dış borçlanma maliyetleri düşecek, kaynak girişleri kolaylaşacak, kur artışlarının kontrolden çıkması kısmen önlenebilecektir. Ama böyle görece olumlu bir tablonun biraz daha sürdürülebilmesi için ek önlemler gerekecektir. Mevcut kısmi sermaye kontrollerinden, finansal sisteme, döviz kuruna ve KKM’ye müdahalelerden hemen vazgeçilemeyeceği gibi etkili maliye politikası önlemlerinin devreye sokulması gerekecektir. Yeter mi? Bizce, döviz rezervlerinin dibe vurduğu, dış ve iç açıkların ve borç ödeme yükümlülüklerinin kontrol dışı arttığı bir ortamda yeterli olmayacaktır.

Dolayısıyla, eğer sermaye kontrollerine gidilemeyecekse, daha doğrusu mevcut kısmi kontroller bir tam kontrole (yani 1989 Kararından dönüşe) çevrilemeyecekse (ki muhalefetin ve Meclis’in yapısı buna pek izin vermemektedir), o takdirde standart ortodoks öneri olan ve 2016’ya kadar uygulanan “kuru serbest bırakıp faizlere müdahale etmek” politikası kurtarıcı olamayacaktır. Oysa Türkiye’nin akut bir dış borç ve dış açık sorunu vardır ve kurların kontrol altına alınması faizlere kıyasla öncelikli olmak zorundadır. Dolayısıyla muhalefetin elinde hâlâ bir seçenek mevcuttur: Açık ekonomi koşulları sürdürülecekse, faizler serbest bırakılıp kura müdahale edilmelidir. 

Buradan belki kısa/orta vadeyi kurtarma şansı doğabilecektir. Uzun vadenin kurtarılması ise, neoliberal politikalardan vazgeçmeyi artık asgari bir koşul olarak önümüze getirmiştir.