İki gündür Türkbükü’ndeyim. Yok yok merak etmeyin herkesin yediğini içtiğini, yedikleri kazıkların belgesi olan yemek fişlerini paylaştığı o vahşi yerde değil, biraz daha yukarıda köyün girişinde Deniz ve Ceysun’un ev sahipliği yaptığı Matiz Türkbükü’ndeyim.

Türkbükü denilince aklıma bundan tam 40 sene öncesi gelir. Sahil boyunca hemen hemen hiç iskelenin olmadığı, Bodrum minibüslerinin kumsaldan, denizin kıyısından suları yara yara geçtiği yıllar. Şu anda Türkbükü’nün yeme içme ve eğlence merkezi olan -ki eskiden tahta bir köprüyle ayrılırdı- bölgesinde, yaşını hiç bir zaman göstermeyen, saçları her zaman yapılı, bohem kıyafetleri ve sonu gelmez kahkahalarıyla hepimizin hayranlık duyduğu Nihal Hanım (Nihal İnci Acar) otururdu.

Ship A Hoy adını verdiği küçük bir mekânı vardı ve yanlış hatırlamıyorsam üst katında da zaman zaman kendisi kalıyordu. Ship A Hoy kabaca ‘gemi göründü’ gibi bir denizcilik terimiymiş. Akordu hafiften kaçmış bir piyano ve Bodrum’un entelektüel isimlerinin yüksek sesli konuşmaları, mekânda ilk hatırladıklarımdan. Nihal hanım işletmeciydi ama bir kişiden bile hesap aldığı görülmemişti. Onun istediği sevdiği, istediği insanlarla bir arada olmak, elinden düşürmediği kadehiyle günün ilk ışıklarına kadar bu insanlarla sohbet etmekti.

Bizler Mavi’de çalan müzisyenler Sip A Hoy’a gelmeden Bodrum Mavi’nin sahibi Haluk’un ayarladığı büyükçe bir evde kalıyorduk. Gündoğarken ekibi -tabii ki çoluk çocuk- rahmetli Nükhet Ruacan, Selim Selçuk zaman zaman da Neşet Ruacan. Hemen önümüzdeki pansiyonda ise sevgili Ferhan Şensoy kalıyordu. Ferhan yazı yazmaya çabalarken , o zamanlar dört yaşında olan oğlum Serhan ve ondan birkaç yaş büyük yeğenim Fuat’ın kavgaya tutuşmasını kendine has üslubuyla susturmaya çalışır, bizler de bir anda ufak bir gerginlikten nasibimizi alırken, ustanın kurduğu bir cümleye hep beraber gülerek bunu atlatırdık. Güzel günlerdi. O yıllarda Bodrum ve müzik denilince ilk akla gelen Grup Doğuş ve Leman Sam, Bülent Ortaçgil, Yeni Türkü, Gündoğarken, Emin Fındıkoğlu, Neşet-Nükhet Ruacan, Erkan Oğur, Kemal-Kadir, Mozaik, Sarper-Serdar, Ali Perret, Vedat Sakman, İkizler Can-Ceyhun ve Grup Çağrı gelirdi. Ve de müzik şaşırmayın ama dinlenilmek için icra edilen bir sanat dalıydı.

Yazımın başında sözünü ettiğim Deniz ve Ceyhun bir hayali gerçekleştirmek için yola çıktılar. Geçmişi belki geri getirmek mümkün değil ama onlar en azından müzikal olarak o günlerin anlayışını bugünlere taşımak niyetiyle bir dizi akustik konser yapmak niyetindeler. 40 yıl önceki isimler olmasa da, kendi şarkısını müziğini yazan, şarkıları çok farklı yorumlayan, gerçekten özgün -bu kelime de hep yanlış anlaşılır- isimler yer alacak bu yaz Matiz Türkbükü sahnesinde. 27 Temmuz’da ben kızım Dilhan’a eşlik edeceğim. Onun kendi şarkılarını ve Ortaçgil’den Leonard Cohen’e uzanan sevdiği şarkıları kendine has duru yorumuyla dinleyeceğiz. Ben de duruma göre bir şeyler söylerim sanki. Bir gün sonra 28 Temmuz’da Cihan Mürtezaoğlu, 4 Ağustos’ta Birkan Nasuhoğlu,11 Ağustos’ta Can Güngör, 26 Ağustos’ta Jehan Barbur kesinleşen isimlerden.

Biz de Gündoğarken olarak sanırım eylül sonuna doğru ‘Bir Yaz Daha Bitiyor’ temalı bir kapanış konseri yaparız. Burada dikkat ettiğimiz nokta şu. Öyle çok kalabalık bir sahne istemiyoruz. Hem mekân uygun değil hem de gerçekten istemiyoruz. Mesela burada şu anda en kalabalık ekip Jehan Barbur. O da bir gitar ve klavye eşliğinde kendisi dâhil üç kişi olarak söyleyecek şarkılarını. Zira herkesten bunu rica ettik. Biz de çalarsak Gökhan’la ikili olarak çalacağız. Dikkat etmişsinizdir ben de hep işin içindeymişçesine, mekânın sahibiymişçesine yazdım bu yazıyı. Zira Deniz oğlum Serhan’ın kız arkadaşıydı. Ve de Serhan onunla olmaktan dolayı çok mutluydu. Ama hayat… Bazı şeyler karşısında çaresiziz işte. Deniz’le 15 sene sonra kızım Dilhan’ın albüm lansmanında karşılaştık, sarıldık, kucaklaştık, ağladık ve de artık arayı bu kadar açmayalım dedik. Bunun için hem Deniz’in hem de onun hayat arkadaşı Ceysun’un her daim yanındayım. İstedikleri sürece…