“Sosyalizm aslında iyi fikir, ama…
… Uygulamada işlemiyor.
… Uygulamada işlemez çünkü insanlar açgözlü.
… Para ve iktidar sahipleri sosyalizme asla izin vermez!

Çoğumuz bu cümlelerden birini okulda, bir televizyon programında veya yemek masasında mutlaka duymuşuzdur. Gösterilen sebep ne olursa olsun bizim çıkarmamız gereken sonuç, sosyalizmin hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğidir. İlginçtir ki bu konuşmalar şu gönülsüz itirafla başlar: Sosyalizm “aslında” iyi fikir.

Kapitalizmi savunanların ise:
“Kapitalizm kötü bir fikir, ama…
… İşleyen tek sistem
… İnsanın açgözlü doğasına uygun
… Onu değiştirmeye çalışırsan ömrüne yazık edersin.”

Danny Katch, “Ciddi Ciddi Sosyalizm” kitabına böyle başlıyor. Kitap eğlenceli diliyle, seçim günü oy vermekle sınırlanmamış bir demokrasinin, kapitalizmle mümkün olamayacağını da temellendiriyor. Egemen kapitalist ekonomik ilişkilerin mantıksızlığının ve ahlak dışılığının nasıl kanıksandığını ortaya koyuyor.

Bizim başımızda bu belanın yanında, bize özgü görünümleri de var! İlki; Daha “iyi” bir alternatif dillendirildiğinde, “Burası Norveç mi?” alayıyla karşılaşılıyor. Ya da “doğruyu söylüyor ama…” ile başlayan bahaneler. Bunun üzerine bir de “bilgece bir yumuşaklık, hikmetli bir dinginlik, derinlikli bir eda” ile “artık sağ sol mu kaldı azizim!” denildi mi, tartışma bitmiştir! Hele hele ekonomi bilmem kaç sıfır çağı falan denilince eski kafalı bile kalabilirsiniz! Oysa yapılan şey çökmüş çürümüş eski bir sistemin üçkâğıtla ve sinsice savunulmasıdır.

İnsani olan her şeyden arındırılmış bir dille ekonominin “siyaset üstü” bir mantığı olduğunu ima ediyorlar. Sadece ekonomi de değil dış politika, eğitim, hukuk, yerel yönetim, savaş, vs. Nerede ise hayatın tümü, bilinçli insan iradesinin müdahale etme ve dönüştürme kabiliyetinin dışına konumlandırılıyor. Esasen siyaset dönüştürücü ilerletici dinamiklerinden soyutlanarak gereksiz ve imkânsız bir alan olarak tarif ediliyor.

Aslında daha sorunlu ve gayri etik bir pozisyona da denk düşüyor bu tutum: Toplum iyi ile kötüyü ayırt edemez, yeni bir siyasete ikna edilemez! Sistemden asalakça beslenenlerin bunu yapması anlaşılabilir. Sınıfsal çıkarları sömürünün derinleştirilmesine bağlıdır. Dolayısı ile egemen ilişkileri, mümkün, doğal ve değiş(tirile)mez gösterecektir. Sınıfsal bilinci gereği “doğrunun” da bu olduğuna inanabilir.

Ancak sol/sosyal demokrat iddiasında olan birisinin, ya da onların kitlesel desteği ile konumunu sürdürenlerin bu bahaneye sığınmaları artık bahaneyi aşan hazin ve vahim bir ihanete işaret eder.

Hazin çünkü; tortu olarak kalmış olsa bile sol değerler vicdanlarını kemirdiği için bahaneler arasında yalpalayacaklardır. Tutarsız, mantıksız, vicdansız ve etik dışı tercihlerine zorlama bahaneler arayacaklardır.

Vahim çünkü; belli kavşaklarda ivmelenen “Daha iyi bir gelecek, daha iyi bir Türkiye” idealini ve potansiyelini çürüttükleri için, geleceğin maliyetini artıracaktır bu tutum.

Bir diğer özgün görünümü ise aynı -hatta daha vahşi halinin- parti/örgüt içi ilişkilerde de kullanılması. Bunun da değişimin önünde güçlü bir engel olması.

Madem ki “var olan her şeyin acımasız eleştirisi” yöntemsel olarak doğru bir başlangıç diyoruz; İktidar ve ittifak ilişkilerinin yeniden kurulacağı bu dönemde, ait olduğumuz örgütlenmelere dönük tutarlı ve cesur eleştirel yaklaşımlar kaçınılmazdır. Örneğin, savaş tezkeresine destek ve sonrasında yaşananlar. CHP Mardin il başkanı tezkeredeki tutumla bağlantılı olduğu anlaşılan/iddia edilen bir gerekçe ile görevden alındı. Hem de oy birliğiyle!

İhtiyacımız iddia ve değerlerimizle uyumlu cesur bir siyaset ise, bunlarla uyumlu bir uygulamanın da takipçisi olmalıyız. Politik figürlerin pratiklerini de takip etmeliyiz. Yoksa “iki slogan” ve ilkel dayanışma gerekçelerine kanıp, örgütlü yapılarımız içerisindeki yanlış iktidarları yeniden üretiriz.

Başlangıçta belirtmeye çalıştığım Kapitalizmin meşrulaştırılmasındaki gibi bir tuzağa düşmeyelim. O nedenle sakın ha; sırası mı? Tamam ama bu değişmez? İyi de biz Norveç miyiz? Tamam ama…? cümlelerinin cesaretimizi ve vicdanımızı bulandırmasına izin vermeyelim.