1 Kasım sonrasında AKP’nin ‘2002 ruhunu’ yakalayacağını ileri süren zevat, geçen dört ayda fena halde yanıldı. Ancak hiç yüzleri kızarmadan, iktidarın her dediğinde bir ‘demokrasi cevheri’ bulma arayışları sürüyor. Daha çok yanılacaklar; zira devletleşen AKP, ‘2002 ruhuna’ değil devletin fabrika ayarlarına geri dönecek bir dizi düzenlemeyi çoktan planladı ve uygulamaya koydu. Yenileri de yolda.

EMASYA GİTTİ, GELİYOR
AKP, EMASYA’yı bundan altı yıl önce kaldırdığında, Türkiye demokrasisi için devrim niteliğinde bir iş yapıldığı söyleniyordu. Hatta iktidarla ittifakını henüz bozmamış liberal çevreler, askeri vesayetin bitiş tarihi olarak EMASYA protokolünün kaldırılmasını gösteriyordu. Buna göre iktidar, orduyu demokrasi hizasına getirmiş; onu asli görevine çekmişti! Ergenekon ve Balyoz davaları, salt darbe teşebbüsünün incelendiği değil, suçlu, susuz muhaliflerin toplandığı torba davalar olarak yapısal dönüşümün hızlanmasını kolaylaştırdı. Davalardaki hukuksuzluklara işaret edenlere, iktidar kalemşorları şöyle diyordu: Eğer sonunda demokrasi tesis edilecekse hukukun dışına çıkılabilir. Zamanında Demirel’in devlet rutin dışına çıkar sözünün nelere yol açtığını hatırlatanlara ise Ergenekoncu demek modaydı. Halbuki o günlerde hukuksuzluklara karşı çıkanlar arasında askeri darbelerden mağdur olmuş ve sivilleşmeyi gerçekten önemseyen isimler de vardı. Sesleri bugün AKP ile iş tutan fakat o günlerde yılmaz muhalif rolü oynayanların bağırtısı arasında duyulamadı.



EMASYA’nın kaldırılmasından yaklaşık üç yıl sonra bu sefer TSK İç Hizmet Kanunu’nda değişiklik yapıldı. Değişiklikten önce ordunun görevi “Türk yurdunu ve anayasa ile belirlenmiş Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama” olarak tanımlanmıştı. Bu tanımın orduya geniş bir alan bıraktığı, 1990’larda iyiden iyiye ön plana çıkan ‘iç güvenlik aktörü olarak ordu’ konseptinin sivil bürokrasi ve siyasetçiyi pasifleştirdiği söyleniyordu. İç hizmet kanunu 35. maddede yapılan değişiklik, tam da ‘çözüm sürecinin’ ivme kazandığı günlerde konuşulur oldu. Erdoğan, İmralı’da Öcalan ile görüşüldüğünü 2012’nin sonunda açıklamış, 2013’ün 21 Mart’ında Öcalan’ın mektubu Diyarbakır’da okunmuştu. Değişim çarpıcıydı, bir anda Öcalan meşru bir aktör olarak hükümet tarafından kamuoyuna lanse ediliyor, iktidarın çeperindekiler Öcalan’a methiyeler düzüyordu. Temmuz 2013’te TSK İç Hizmet Kanunu ordunun görev alanını aslen dış güvenlik olarak belirleyerek hem ‘çözüm sürecine uygun’ hamle yapıldı hem de güvenlik alanındaki yeni dönüşüme. MİT’in operasyonel gücü arttırılacak ve sahada yeni aktörler MİT tarafından yönetilecekti. Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı; çözüm süreci duvara toslayınca tek başına MİT ve ‘iç güvenlik aktörleri’ ile süreci yönetmek imkânsız hale geldi.

ORDUNUN DÖNÜŞÜ MÜ?
Savaş çığırından çıkıp çatışmaların ‘lokal’ kalmayacağı belli olunca iktidar harekete geçti. Bu çerçevede yapılan işlerden biri Emniyet Genel Müdürlüğü’nün dört bin yeni özel harekât polisi alacağını duyurması. Jandarma Özel Harekât için de epeydir benzer ‘takviye’ konuşuluyor ancak ordunun yeniden nasıl konumlanacağına dair soru işaretleri sürüyordu. Bizzat Genelkurmay Başkanı daha önceleri ordunun şehir savaşına dahil olmasının yol açacağı sorunlara değinmişti. Fakat aynı zamanda, askerin EMASYA’nın kaldırılması ve iç hizmet kanunu sonrasında düştüğü pozisyonun içeride rahatsızlık yarattığı gizlenemiyordu.

Ankara’daki 28 cana mal olan katliam sonrasında toplanan güvenlik zirvelerinden EMASYA’nın ‘yeni sürümünü’ hazırlama sonucu çıktı. Bir başka ifadeyle fabrika ayarlarına geri dönülmesi kararlaştırıldı. Belli ki askerin bazı talepleri hükümetçe karşılanacak ve askere jandarma ve polise takviye olacak şekilde ilave kolluk yetkileri verilecek. Askerin şehre inmesini kolaylaştırmak için İl İdaresi Kanunu’nda değişiklik yapılması da gündemde. Tüm bunları iktidarın ‘temizlediği alanlarda’ devletin zor gücünü sürekli kılmak için yaptığı diğer hamlelerle beraber düşünmek gerekiyor. Cizre, Silopi ve Nusaybin’de yapımı devam eden beton duvarlar ya da ilçe merkezlerine yapılacak gözetleme kuleleri…

Demek ki neymiş, sivilleşme denilen şey, nihai amacı devletleşmek olan aktörün elinde geçici bir makyajmış. AKP’nin demokrasi ve sivilleşme adına halktan destek devşirdiği anlatısı ise gündüz düşünden ibaretmiş. Neticede özgürlük, laiklik elden gider; ‘postal’ baki kalırmış.