Sabit gelirliler için enflasyon en önemli sorun olmaya devam ediyor. Fiyatların neredeyse günlük olarak arttığı buna karşın gelirin artmadığı bir dönemde, insanlar temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyor. Bizim yazdıklarımıza inanmıyor olsanız bile ekonomi yönetiminden yapılan açıklamalar da enflasyonun yıllarca yüksek seviyelerini koruyacağı yönünde. Mesela, Erdoğan enflasyonun kontrol altına alınacağını söylüyor ama bunun ne zaman olacağına ilişkin tarih vermiyor. Bakan Şimşek üç yıldan bahsediyor. Merkez Bankası 2026 sonrasına işaret ediyor. Bunlar bile bize gösteriyor ki enflasyon yakın zamanda kontrol edilemeyecek.

Peki, herkes bu durumdan şikâyetçi mi? Vatandaş şikâyetçi, bu kesin. Ya iş dünyası? Yaptıkları açıklamalara bakarsanız onlar da şikâyetçi. Ama iş insanlarının sözlerinin yerine onların sahip oldukları şirketlerin finansal tablolarına bakınca, aslında pek de şikâyetçi olmalarını gerektirmeyen verilerin mevcut olduğunu görürsünüz. İyi para kazandıkları gayet net bir biçimde ortada.

Merkez Bankası'nın yayınladığı son raporda, enflasyonunun artmasına neden olan unsurlardan bahsedilirken öncelikle vatandaşın “çok para harcaması(onlar bunu güçlü yurtiçi talep olarak adlandırıyor), maliyetlerdeki artışlar, hizmet enflasyonun katılığı ve fiyatlama davranışlarındaki bozulmayı sıralıyor.

Talep, maliyetlerdeki artış filan. Bunlar hep konuşuluyor. Peki, “fiyatlama davranışı” ne ola ki? Bunun üzerinde pek konuşulduğu görülmüyor.

Raporda yedi yerde “fiyatlama davranışı” ifadesi geçiyor. Mesela bir yerde “enflasyon belirsizliğinin de yüksek olması fiyatlama davranışı kanalı üzerinden enflasyon görünümü üzerinde risk oluşturmaktadır” denilirken, başka bir yerde “Türkiye’deki kur geçişkenliğinin ithal girdi kullanım oranının ima ettiği maliyet artışlarından daha yüksek gerçekleşebildiği…” deniliyor. Bunlar ne anlama geliyor? Siz boşverin maliyeti filan, fırsatını bulan maliyet artışından çok daha yüksek oranda fiyatlarını artırıyor demek.

“Bana gelişi yüksek” dediklerine bakmayın. Fiyatlardaki artış, onlara “gelişindeki” artıştan çok daha hızlı oluyor.

Şöyle de ifade edebiliriz: gücü olan fiyatını artırıyor.

Bu duruma sanırım siz de tanık oluyorsunuz. Saç kestirdiğiniz berber bile “mazota gelen zamma” atıfta bulunuyorsa, gerisini siz düşünün.

İMF’den OECD’ye, Avrupa Merkez Bankasından AB Komisyonuna varıncaya kadar tüm kurumlar şirket karlarındaki artışların enflasyonun temel sebeplerinden birisi olduğuna yönelik açıklamalarda bulunuyorlar.

Bu konu “satıcı enflasyonu” başlığı altında dünyada çok tartışılır olmasına rağmen Türkiye’de pek gündem olmuyor. Şirketlerin fiyatlarını istedikleri gibi ve yüksek oranda artırdıkları somut bir gerçeklik olarak finansal tablolara yansıyor.

Peki, biz neyi konuşuyoruz? Çalışanlara yapılan zamları düşük tutarsak enflasyonun düşeceğini varsayıyoruz. Diyebilirsiniz ki insanlarda alacak para olmazsa (talep kısılırsa) şirketler karlarını artırmak için daha fazla miktarda satmaya çalışırlar, bunun için de fiyatlarını düşürürler. Ama hem Türkiye’den hem de yurt dışından gelen veriler öyle demiyor. Şirketler, daha çok üretip daha düşük fiyata satarak karlarını artırmak yerine, daha az miktarı çok daha yüksek fiyata satarak karlarını artırmayı tercih ediyorlar. Onlar için önemli olan ne kadar para kazandıklarıdır, hangi miktarda mal satarak kazandıkları değildir. Eğer baktıkları bir miktar var ise o da kazandıkları paranın miktarıdır.  

Sonuç olarak; yüksek enflasyon dönemlerinde hepimiz kaybetmiyoruz. Sabit gelirliler kaybederken, enflasyona yol açanlar bundan ziyadesiyle faydalanıyor. Bu nedenle onlar için enflasyonu aslında bir fırsat.

Siz hangi taraftasınız?