Vesikalık fotoğrafından ne güzel bakıyordu! Adı Sercan'dı ve "14 yaşında kız açlıktan öldü" diye haber olmuştu. Çünkü okul dönüşü...

Vesikalık fotoğrafından ne güzel bakıyordu! Adı Sercan'dı ve "14 yaşında kız açlıktan öldü" diye haber olmuştu. Çünkü okul dönüşü açlığın verdiği dalgınlıkla otomobilin altında kalmıştı. Babasının adı Himmet idi, inşaat işçisi... Annesinin adı da Durdu. İzmir Buca'da okuyordu Sercan ve akşam yemeği olarak bir dilim ekmek ve bir domatesi yemişti ve sabah için bir dilim ekmekleri dahi kalmamıştı ve öyle gitmişti okula... Ve okuldan dönerken... Oysa büyüyünce ailesine bakabilmek için polis olmayı da düşlüyordu Sercan, polis olup da açlıktan ölmemek için sokaklara dökülenleri coplamaya memur edileceğini bilmiyordu, aklı ermiyordu, küçük bir kızdı Sercan...

Belki de Sercan, yaşasaydı, polis olsaydı, yıllar sonra Öğündür ailesinin, şimdi daha 7 yaşında olan ve gazetelerde adı "M" diye geçen küçük çocuğunu azılı bir suçlu olarak yakalamaya memur edilecekti. Sercan'ın ailesi gibi, İstanbul Gaziosmanpaşa'daki fukara ve 9 çocuklu Öğündür ailesi de hayata tutunmaya çalışıyordu. Baba çöplerden ekmek topluyordu, işsizdi ve günlerdir açtılar. 7 yaşındaki "M" çok ama çok açtı. 11 yaşındaki ablası "F" mahalle fırınından borç olarak bir ekmek almıştı. Eve getirdiği ekmeği kardeşlerine bölüştürdü. "M" eline ekmek bıçağını aldı ve ablasını bıçakladı, çünkü ablası büyük parçayı kendisine vermemişti. Paraları olmadığı için hastaneler yaralı "F" ile ilgilenmemişlerdi. Ama gazeteler iki kardeşin isimlerini baş harfleriyle verdikleri fotoğraflarını basmıştı. 11 yaşındaki "F"nin ekmeği yoktu ama başörtüsü vardı.

Fukaralık edebiyatı mı yapıyorum? Evet fukaralık edebiyatı yapıyorum. Elimden gelse bu fukaralığın şiirini de yazarım, filmini de çekerim, heykelini de dikerim, romanını da yazarım. Dünya "gıda krizinde" deyip, bunu şu sefil gezegenin ve memleketin insanlarına reva görülen zulüm, eşitsizlik ve vahşi sömürü ile değil de sadece petrol fiyatlarının 100 doları aşmış olmasıyla açıklayacağım ve edebiyat değil tahlil mi yapmış sayılacağım? Ama petrole alternatif yakıt aramak uğruna insanları aç bırakan, gıda krizine yol açan kapitalizmin çarkına tükür-meyeceğim, öyle mi? Hayır, hanımlar, beyler! Bugün, solcu olabilmek, Sercan'dan ve 7 yaşındaki "M" ile ablasından söz etmektir, öncelikle bunlar için siyaset yapabilmektir.

Siyaset deyince, ha bire AKP'nin yüzde 47'si-nin demokrasi olduğunu göstermek marifet değildir. Eski fotoğraflar vardır, hani siyah beyaz, 1919'larda İtilaf devletlerinin işgal gemileri İstanbul boğazındadır. Bakın işte şimdi aynı boğazda, iki lokma pilav boğazımızdan geçmesin diye, pirinç stoklarıyla bekleyen kuru yük gemilerinin fotoğrafları çekiliyor. Geçmişteki ve şimdiki gemiler, düşmanca durup duruyorlar öyle: Emperyalizm biziz, kapitalizm biziz diyorlar!

Siyaset deyince Recep Tayyip Erdoğan'ı mucize adam olarak göstermek de marifet değildir. Bu şahıs Sercan'ı aç bırakmış, "M"ye ablasını bıçaklatmamış mıdır? Ama muhafazakârlaşır-ken demokratikleşiyormuşuz! İşte bu 'yeni ha-yat'a da alışmalıymışız... Oysa geçen günlerde bizim Selçuk Candansayar şunu hatırlatmıştı: "Din de tüm diğerleri gibi bu yeni hayat ilkelerinin 'imaj' araçlarından biri olmaktan öte anlam taşımıyor. İnsanlar düzen ahlaksızlaştığı için dine sığınmıyorlar, tersine din kamusal olana sunulan 'görünür dürüstlüğün kozmetik unsuru' olmaktan başka bir güç taşımıyor."

Sadece AKP'nin aldığı oyları konuşuyoruz, lakin, ne çabuk unuttuk toplumdaki çürümeyle ilgili anket sonuçlarını, AKP ile birlikte mesela müstehcen suçların da yüzde 300 artmış olduğunu! Banka hortumlamak, yimpaşlamak gibi kaliteli dolandırıcılık türü dışında yer alan mali suçlarda da yaşanan artışları; yani kıymetli evrakta sahtecilik, karşılıksız çek, kalpazanlık, dolandırıcılık yoluyla "haram yemenin" de yaygınlaşmış olduğunu. Açlıktan çocukların öldüğü bir yerde, Google (internet arama motoru) tarafından yapılan açıklamada, çocuk pornosu arayanlar listesinde Türkiye'nin birinci sırada yer aldığını... AKP sayesinde insanlar dine sığı-nıyorlarmış ve bu da "muhafazakâr bir modern-leşmeymiş", öyle mi? Hadi canım sizde...

Üstelik Selçuk Candansayar şunu da söylüyordu: "Bu çağın en temel hayat ilkesi, yalan söylemekten çekinmemek ve söylediği yalana, söylediği anda bile gerçek muamelesi yapmaktır." İronik bir şekilde Tayyip Erdoğan'a "sahtekâr, hırsız, ahlaksız" demenin yargı kararıyla, hakaret değil de "ağır siyasal eleştiri" kabul edildiği bir ortamda, muhalif gibi muhalif tek milletvekili olabilen Kamer Genç, Meclis'te cümle âlemin gözü önünde AKP'lilerin şiddetine maruz kaldı. Başbakan büyük bir pişkinlikle "Benim milletvekilim şiddet uygulamaz, şiddet uygulayan Kamer Genç'tir" dedi ve ortalığı berbat bir koku kapladı. Burada Başbakan imamdır. Vekilleri cemaattir. Felaket kokunun sebebi belli ki bundandır...

İşte bu yüzden sadece fukaralık edebiyatçısı değil bir de felaket tellalıyım... Ayrıca, asıl felaket aç insanların "inançlarını" da yemesi değil midir?