Gayrinizami harp
Yasadışı eylemleri için mafya ve kaçakçılarla iş tutan kontrgerillanın şimdi bir örümcek ağı gibi etrafımızı nasıl çepeçevre sardığını izliyoruz. Mevzu, Ağar ya da başka bir devlet görevlisi, mafya, tetikçi vs. değil. Mevzu, bu düzenin elimizi kolumuzu bağlayan ağlarının neden örüldüğü.
“Ya hep böyle yapıyorlar, vatanseverlik, vatanseverlik milleti coşturuyorlar.”
Sedat Peker, devletin, tetikçilere cinayetleri hangi motivasyonla işlettiğini böyle açıkladı. 70 yıldır “komünizmle mücadele”, 40 yıldır PKK ile mücadele diye diye uyuşturucu ve silah ticaretinin başına oturanların bir kısmını videolarında anlattı. Kontrgerillanın klikleriyle iş yapan, gazetecisinden kaçakçısına kim varsa sattılar, öldürdüler, hapse attılar. Ancak her zaman dolar için değil, halkı için ölenler de vardı kurşunlarının ucunda.
Zaten Süleyman Soylu TRT’de büyük itirafını yaptı, “Organize suç örgütleri, gayrinizami harbin en önemli aparatlarından bir tanesidir” dedi. Gayrinizami harp dediği, 1952’de Genelkurmay’a bağlı kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu’yla başlayan, bizim bildiğimiz adıyla kontrgerillanın faaliyetleri.
NEYDİ BU FAALİYETLER?
Esas olarak, komünizmle mücadele. Darbeler, pogromlar, siyasi cinayetler yoluyla gerçekleştirdikleri “mücadelede” yüzlerce komünistin cinayeti faili meçhul kaldı. Mehmet Ağar’a açılan ikinci davanın müsebbibi, tetikçi Ayhan Çarkın, FETÖ’nün, yanındaki birçok “muhalifle” yürüttüğü “temiz eller” operasyonu zamanında bu cinayetlerden bazılarını itiraf etmişti. Çarkın, 1995'te kaybedilen Milli İstihbarat Teşkilatı’yla çalışan Tarık Ümit ile 1992'de gözaltında kaybedilen sosyalist üniversite öğrencisi Ayhan Efeoğlu’nun mezarının yerini göstermek üzere 2011 yılında Silivri’ye götürülmüş, burada kazı yapılmıştı. Hiçbir şey bulunamadı.
Eski özel harekât polisi Ayhan Çarkın bu itiraflarının birinde, “maktullerden Yusuf Ekinci’nin dört araçla durdurulup alındığını, Gölbaşı’na götürüldükten sonra Ayhan Akça’nın Uzi marka silahı kendisine vererek ‘Hadi sen de milli ol’ diyerek silahı kendisine uzattığını, kendisinin ise silahı fırlatıp attığını, Ekinci’yi başkasının öldürdüğünü” anlatmıştı. Çarkın, Behçet Cantürk’ün de “devletin bekası için öldürüldüğünün söylendiğini” aktarmıştı.
BEHÇET CANTÜRK KİMDİ?
Devletin önce, kontrgerillanın aldığı pay karşılığında uyuşturucu kaçırmasına izin verdiği, sonra da Sapanca’da başına sıkılan tek kurşunla öldürdüğü uyuşturucu baronu. Devletin bekası adına iş yaptığını söyleyen Mehmet Ağar’la ne alakası vardı peki? Soner Yalçın’ın “Behçet Cantürk’ün Anıları” kitabından: “Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar, Süleymancı Kemal Kaçar’ın koordinatörlük yaptığı şirketin sahipleri İbrahim Aslan ve Mahmut Şahin’le yakın temas halinde olup, bu şahıslara gizli kalması icap eden soruşturma ve tahkikatlarla ilgili bilgi vermektedir. İbrahim Aslan’a ait Aslan Nakliyat, TIR taşımacılığı yapmaktadır. 150 TIR’a sahip bulunmaktadır. Mahmut Şahin’e ait Şahlan Nakliyat, deniz ticaretiyle iştigal etmektedir… Mehmet Ağar, Fındık Kralı diye bilinen Lokman Kundakçı’yı bir yeraltı grubuna dövdürmek ve sonra himayesine almak suretiyle Lokman’la yakınlık kurmuş… Yeraltı dünyasını, Ankara’daki üst düzey bürokratlara da Mehmet Ağar empoze etmekte ve … gibi ünlü isimleri üst düzey bürokratlarla ve hatta bakanlarla tanıştırarak, bağlantılarını sağlamlaştırmakta, faaliyetlerini legalize etmektedir…”
Kitapta böyle yüzlerce bağlantı ve yasadışı faaliyet anlatılıyor. Behçet Cantürk de bu ilişkiler ağının bir parçasıydı.
Devlet için bin operasyon yaptığını söyleyen, Şükrü Balcı’nın yetiştirmesi olan, kökleri ve faaliyetleri 12 Eylül’e kadar uzanan Mehmet Ağar, İbrahim Şahin ve Korkut Eken’in de aralarında olduğu, kızağa çekilmiş eski muktedirlere, Ayhan Çarkın’ın bu itiraflarının ardından dava açıldı. Dava, Ankara’da 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetleri kapsıyordu.
DAVALAR KAPATILDI
Ancak beklendiği üzere Mehmet Ağar ve ekibi, Cantürk’ün yanı sıra Abdülmecit Baskın, Namık Erdoğan, Savaş Buldan, Yusuf Ekinci, Ömer Lutfi Topal, Tarık Ümit ve Faik Candan cinayetlerinin yargılandığı davada beraat etti. Dosyadaki balistik incelemesinde, cinayetlerin bazılarının Uzi marka silahla işlendiği ispatlanmasına rağmen, mahkeme delil olmadığı gerekçesiyle davayı kapattı.
Uzi marka silahların ne alakası var? Şöyle: İsrail’den getirildiği ve özel harekât dairesine hibe edildiği öne sürülen ve aralarında susturucular ile tüfeklerin de olduğu silahların içinde yüzlerce Uzi marka otomatik tabanca vardı. Bu tabancalar karşımıza ilk olarak Susurluk kazasındaki Mercedes’in bagajında çıktı. Ardından Kutlu Adalı cinayetinde de yukarıda saydığım isimlerin cinayetlerinde de hep aynı silahın izi vardı. Fikri Sağlar geçen hafta yaptığı açıklamada, “Kutlu Adalı, Kuzey Kıbrıs’ın Uğur Mumcu’su olarak kabul edilir. Adanın Susurluk’unu ortaya çıkarmıştı. Öldürenler Uzi silahı kullanmıştı. Oysa adada Uzi silahının olmadığını biliyorum” dedi.
Silahların bazıları Emniyet kayıtlarına 1994’te girdi, tamamı hiçbir zaman bulunamadı. Ağar’ın 40 yıllık adamı İbrahim Şahin kayıp silahlar davasında görevi ihmalden suçlu bulundu. Yargılama sürecinde geçirdiği trafik kazasında ağır yaralandı, “hafızasını kaybettiği” söylendi, bir yıl hapis cezasıyla dava kapatıldı.
Aynı marka silahlar, Ankara’daki davada yeniden sahnedeydi. 13 Aralık 2019’daki karar duruşmasında Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi salonundaydım, savcı mütalaasında “Sanıkların aleyhinde maddi gerçekliği ortaya koyacak objektif veya subjektif delile rastlanmadı. 25 yıl geçtiğinden yeni delile ulaşmak da imkansızdır” iddiasında bulundu. Avukat Mehmet Emin Aktar ise tek delilin Çarkın’ın ifadelerinin olmadığını söyledi, “Biri Ankara’da biri İstanbul’da işlenen iki ayrı cinayette aynı Uzi silahın kullanıldığı belli, balistik incelemeler var, deliller var…” dedi, mahkeme bu itirazı dikkate almadı.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi ise Ağar ve tüm sanıkların beraat ettiği bu kararı 5 Nisan’da bozdu. Bozma kararında, “olaylarda ele geçen kovan ve mermi çekirdeklerinin menşei, kullanımlarına ilişkin aidiyetleri, bunların ve diğer maddi olguların birbirleri ile ilişkisinin araştırılmadığı” ifade edildi.
Yani, balistik raporuna da yansıyan Uzi marka silahlardan çıkan mermilerin kimleri öldürdüğü bilinmesine rağmen, silahı hangi ellerin tuttuğu araştırılmamıştı. 25 yıldır… Şimdiden sonra araştırılır mı bilinmez ancak ortada tuğla falan kalmadığı, duvarın yıkılıp tekrar tekrar örüldüğü aşikâr.
Güney Amerika’da da darbelerle yok ettikleri sosyalist örgütlerin üzerinden silindirle geçmek için CIA ile uyuşturucu kartelleri işbirliği içinde çalışıyordu. Bunun Ortadoğu hikâyesini biz yaşadık, yasadışı eylemleri için mafya ve kaçakçılarla iş tutan kontrgerillanın şimdi bir örümcek ağı gibi etrafımızı nasıl sardığını izliyoruz.
Susurluk raporunun yazarı Kutlu Savaş uzun yıllar sonra ilk kez konuştu, “Susurluk'u özgün olduğu kadar bir gruba ve kişiye indirgemeye çalışmak hataydı. Basın bunu yaptı. Şimdi de aynı şey yapılıyor. Kişilere takılırsanız orada kalırsınız. Çerçeveye bakmanız lazım” dedi. Haklı. Mevzu, Ağar ya da başka bir devlet görevlisi, mafya, kontrgerilla mensubu, tetikçi vs. değil. Mevzu, bu düzenin elimizi kolumuzu bağlayan ağlarının neden örüldüğü…
Not: Mehmet Ağar’ın yargılandığı davada mağdur ailelerin avukatlarından biri de Selçuk Kozağaçlı’ydı. Çetenin “mücadele ettiği” komünistlerden. Şimdi o tutuklu, diğerleri tezgâha kaldığı yerden devam ediyor. Bu aralar sık sık göreve çağrılan savcıların kimlerle meşgul olduğu açık.