Türkiye’de asırladır değişmeyen bir zihniyet ve tutum var. İnkâr, imha ve devlet eliyle hukuk dışı yapılanmaların cinayetleri ve katliamları. Egemenler Türkiye’de demokratikleşme, laiklik, eşitlik, çoğulculuk ve barış karşıtı karanlık ve devlet güçleri darbeler ve katliamlar organize ederler.

Farklı kimliklerin eşit koşullarda bir arada ve barış ortamında yaşamasına engel olmak için farklı kimliklere mensup kesimlere yönelik katliamlar düzenlenir. Devletin derin ve açık güçleri ise bu katliamlarda başrolü üstlenir.
Gazi Katliamı, devletin başrol üstlendiği böyle bir katliamdır. Hedefinde Madımak’ta eksik kaldığı düşünülen Alevi katliamının devamı vardır.

Alevilerin toplumsal hafızası ve değerleri katliamlarla yok edilmeye çalışılıyor. Alevi toplumunun vicdanı bu ülkede rahat değil. Gazi’de rahat değil, Madımak’ta rahat değil, Dersim’de, Çorum’da, Maraş’ta, Roboski’de 1915’te, 6-7 Eylül olaylarında rahat değil. Hrant Dink, Malatya, Trabzon cinayetlerinde rahat değil. Yazarlarına, aydınlarına, gazetecilerine, gençlerine ve kadınlarına yönelik baskılarından, cinayetlerinden ve tutuklamalarından rahat değil.

Toplumsal kesimler vicdanını rahatlamak istiyor. Bunun içinde siyasi iktidarı Gazi Katliamı’yla yüzleşmek için göreve çağırıyor. Katilleri ve tüm sorumluları açığa çıkarın diyor.    

12-13 Mart 1995 tarihinde Gazi’de ve Ümraniye‘de devam eden, katliamın 20. yıldönümündeyiz. Çağdışı ve vahşet iklimin ideolojik katliamının ardından 20 yıl geçmesine rağmen gerçek katliamcılar henüz, demokratik kamuoyunu, Gazi şehitlerinin ailelerinin ve Alevi toplumunun karşısına konulamadı. Gazi Katliamı gibi, aynı zamanda, Gazi davasının hukuksal aşamaları bile gizlenmek için, kamuoyunun önünden kaçırılarak, seyyar dava haline getirilmiştir. Katliamın mağdurları seyyar mahkemeler tarafında ayrı bir baskı altına alma aracı haline getirildiği, hukuk tarihinin en rezil örnekleri olarak hafızalarda yer aldı.

Gazi davasının mağdurlarının 13 yıl boyunca “adalet” peşinde koşmuş ama sonuç alamamıştır. Hukuk açısından bir skandal niteliği taşıyan bu dava AİHM’e kadar gitmek zorunda kalmıştır. ABF olarak, 12-13 Mart 1995 tarihlerinde İstanbul Gaziosmanpaşa’da yaşanan, insanlık dışı faşist saldırı  ve  iki gün sonra da katliamın devamı olarak Ümraniye’de devam eden katliamı unutmadık. Göstermelik ve seyyar davanın, yıllarca, sanıkları varolan delillere rağmen, aklama niteliğinde bir kararla sonuçlanmış olması, halk ile birlikte hukukun da katledildiğinin göstergesidir.

Türkiye’yi katliamlar coğrafyasına dönüştüren olayların gerçek sorumluları ve organizatörleri açıklığa kavuşturulmadığı sürece, Türkiye’de toplumunun güvenliği sağlanamaz, bu türlü katliamcıların yaşam alanları ve gücü yok edilemez. Bu katliamlara sessiz kalmak, geleceğin güvence altına alınmasına kayıtsız kalmak anlamı taşır.

Çağdaş, laik, eşitlikçi, barışçı ve demokratik bir Türkiye özlemi, ancak katliamcıların salt tetikçileri ile sınırlı değil, arkasındaki ideolojik ve derin güçlerle açığa çıkarılmasıyla mümkündür. Türk-İslam sentezine dayalı etnik ve dinsel milliyetçilik adına gerçekleşen tüm bu cinayetler, egemenlerin iktidarlarını zorla koruduğunun da kanıtıdır.

Tarihimize bir kara sayfa olarak eklenen Gazi Katliamı’nı ve bu katliamda devletin üstlendiği başrolü unutmadık. Bu kara lekeyi, toplumumuz çağdaş, laik, demokratik bir cumhuriyetin yapısına kavuşuncaya kadar devamlı unutturmamaya ve unutmamaya devam edilecektir.

Alevi hareketi, başta Gazi Katliamı olmak üzere, AKP hükümetini tüm siyasi katliamlara yüzleşmeye davet ediyor.
Bu nedenle TBMM çatısı altında derhal bir araştırma komisyonu kurularak, Gazi davasının yeniden görüşülmesi sağlanmalıdır. Çünkü Gazi davası toplumun vicdanında henüz sonuçlanmamıştır.

Bu sonuçlanmadan Gazi davasının takipçilerinin adalet arayışı ve yürüyüşü devam edecektir.