“Gelecek göklerdedir” diyebilmek
Türkiye’nin uzay yolcusu Alper Gezeravcı’nın 20 Ocak’ta ABD’de başlayan 14 günlük yolculuğu sürüyor.
Bu, ülke için hiç kuşkusuz övünülecek bir olaydır.
Gezeravcı’nın Mustafa Kemal Atatürk’ün “İstikbal Göklerdedir” sözleriyle yola çıkması da anlamlı ve önemlidir.
Ancak, Atatürk o sözleri söylerken yanında ülkemizin, belki de dünyanın ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen vardı. Ayrıca o yıllarda “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” gerçeğinden hareketle, hukuktan eğitime, ekonomiden sağlığa dek toplumsal yaşamın her alanının bilimsel bilginin yol göstericiliğine dayandırılması ana ilkeydi.
Bugün uzaya insan gönderirken çok ters bir tutumla bilimden, üstelik çok hızla uzaklaştırılmakta olan bir Türkiye var.
BİLİMİN ADI YOK!
Konuya geçmeden bir noktayı açıklamalıyım. AKP iktidara gelir gelmez yaptığı ilk işlerden biri, THY uçaklarının tamamının girişinde bulunan “İstikbal Göklerdedir, Atatürk” yazısını kaldırmak oldu ve Meclis’te sorulmasına karşın bunun nedenini açıklama gereği duymadı.
Ülkenin bilimden uzaklaştırılmasının kimi somut örnekleri, şöyle özetlenebilir.
AKP, “Üniversite öncesi eğitimi” 4+4+4 gibi eğitbilim ilkelerinden uzak bir uygulamaya sokarak ve programların içeriğini dinselleştirerek bilimsellikten tümüyle uzaklaştırdı. İmam hatip sayısı katlandı. İktidar bununla da yetinmedi, Van Yüzüncü Yıl, Samsun 19 Mayıs, Malatya İnönü ve Başkent üniversitelerinden başlayarak üniversiteleri baskı altına aldı. Sonrasında KHK ile binlerce bilim insanının üniversite ile ilişkileri kesildi; rektör atamaları Cumhurbaşkanı’nın tekeline verildi. Böylece AKP iktidarında sayıları üçe katlanan üniversiteler niteliksel bir yıkım yaşadı; ne üniversite özerkliği ne de bilimsel araştırma özgürlüğü ortamı kaldı. Bu yıkım sürecini yurtdışına beyin göçü tamamlıyor, Unutmadan yazmalıyım, Atatürk’ün “İstikbal Göklerdedir” dediği günlerde Almanya’daki faşizmden kaçan bilim insanları ülkemize göç ediyordu! Şimdi ise tam bir tersine beyin göçü yaşanıyor. Ülkenin nitelikli işgücü gelişmiş Batı ülkelerine göç ediyor. Olanak bulan öğrenciler okumak için gidiyor. Ve “giden gelmiyor”!
Eklemek gerekiyor. Bilimsel üretim “dil” ile olur. Bundan tam dokuz yıl önce 24 Aralık 2014’te Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Türkçe ile bilim ve felsefe yapılamaz” dedi. Sonrasında, bunun uygulamasına geçildi, ders programlarında Türkçenin yerini Osmanlıca adı altında Arapça ve Farsça aldı. Bütçeden ayrılan büyük tutarlarla tarikat ve cemaatlerden sağlanan destek ve Diyanet’in de büyük çabalarıyla bu ülkenin çocukları ve gençleri yerinde bir deyimle “dilsiz” bırakılıyor. Bunu tamamlayan şimdilerde anaokuluna inen ve her gün genişleyen ve yaygınlaşan uygulamalarla eğitim bilimsel bilgiden de tümüyle uzaklaştırılıyor.
Yine AKP iktidara gelir gelmez ülkenin 1960’lardan bu yana bilimsel ve teknolojik üst kurumu olan TÜBİTAK’a acımasızca el koydu. (Daha sonra TÜBA’ya da aynı biçimde el konuldu). Meğer işin içinde iş varmış, TÜBİTAK, Evrim Kuramının babası C. Darwin’in 2009’da 200. doğum yılı nedeniyle yayına hazırladığı bilimsel yazıları içeren Bilim ve Teknik Dergisi’ni ülkenin ve dünyanın bilim insanlarının gözünün içine baka baka yayından kaldırdı. Kuşkusuz sonrası da geldi; 2017 yazında bu ülkenin ortaöğretim ders programlarından Evrim Kuramı tamamıyla çıkarıldı.
Oysa evrim, yalnızca biyoloji biliminin değil, ekonomiden genetiğe, iletişimden insanlığın yeni bir çağa açılmasının öncüsü olan Yapay Zekâya dek günümüzün hemen tüm bilimsel gelişmelerinin temelidir. Dahası, ilk uzay yolcumuz Gezeravcı’ya 55 milyon dolar tutarındaki bileti satan Elon Musk’ın da zenginleşmesinin kaynağı evrimdir.
HAVADA KALIYOR!
Günümüzde uluslararası ya da “küresel” yarış bilim ve teknoloji yarışına dönüşmüş bulunuyor.
Bu yarışın temelinde ise araştırma-geliştirme (Ar-Ge) yer alır. Bir bütün olarak bakılırsa, Ar-Ge ünlü “üç öbek” 1. kamu kurumları, 2. üniversiteler ve 3. özel kesim üçlüsü tarafından yapılır. Kamu kurumları içinde TÜİK’in içler acısı durumu; bu ay dördüncü yılına giren Boğaziçi Üniversitesi’nin çalışamaz kılınması ve özel sermayeyi de Ar-Ge için değil, inşaat, maden ve orman varlıklarını yağmalaması için teşvik etmesi; ulusal gelirden AR-GE’ye yeterince kaynak ayrılmaması ve bunlar kadar önemli olarak 2012 sonunda ülkenin CERN “tam üyeliğine” geçişini de reddetmesi gerçekte AKP-bilim ilişkisi konusunda her şeyi anlatıyor.
Sonuç olarak, ülkenin bir “bilimsel temeli” yok; bu olmayınca, uzaya insan gönderilmesi de tümüyle “havada” kalıyor.
Çok önemli bir nokta da, ülkemizin uzay yolcumuz Gezeravcı’nın yapacağı deneyleri değerlendirecek bir “bilimsel temelden yoksun” olmasıdır. Bu nedenle uçuşun bilime ve ekonomiye hiçbir katkısı olmayacaktır.
Hiç önemsizleştirmek istemezdim ama bu uzay yolculuğu Osmanlı’nın ünlü Hezarfen Ahmet Çelebi (1609-1640) olayını andırıyor.