Cem Yılmaz, T24’ten Muammer Brav’a verdiği röportajda sosyal medyaya dair önemli bir gözlemde bulunmuş: “Kutuplaşmadan bahsede bahsede çok da kabul edilebilir hale getiriliyor. -Abi keskin bir kutuplaşma var. -Allah Allah belki yoktur. -Yo yo var. Bunu ısrarla söylemek de gerçekten uyuyan devi uyandırmak gibi bir şeye dönüştü son 10 yıldır. (..) Üniversite kampüslerinde çocuklar yan yana, dışarıda yan yana, otobüste yan yana çarşıda pazarda yan yana… Biz bunların her birinin dünya görüşünü çok keskin bir şekilde görüyor muyuz yani üzerinde mi yazıyor? Bırakın bu işleri ya…”

Röportajı dinleyince bu köşede sosyal medya davranışları üzerine son üç dört yıldır yazdığım, bıkmadan tekrarladığım bir sürü olgu gözümün önünden geçti. Yankı Odası, troller, manipülatörler, sahte haberlerle yaratılan suni öfke, algoritmanın kötüyü öne çıkarması, beğeni ve RT almak için yapılanlar vs. vs. Düşününce hepsi sosyal medya ile gerçek hayat arasındaki farkla ilgiliydi. Zaten komedi de aslında olması gerekenle olan arasındaki farka odaklanmıyor muydu? Cem Yılmaz komedyen bakışıyla bunu süzmüş ve tek bir soruya indirgemişti: “Biz bunların her birinin dünya görüşünü çok keskin bir şekilde görüyor muyuz yani üzerinde mi yazıyor?” İşte bu sorudan ilhamla, bu haftaki Köşe Vuruşu’nda sosyal medya kavramlarını gerçek hayatın içinde bir test sürüşüne çıkarmak istiyorum.

‘SORDUK MU?’ EŞİĞİ

Twitter’ın ilk yıllarında tweet attıkça, birileri “Sorduk mu?” diyecek diye bir gerginlik yaşardım. Çünkü daha gerçek hayattan tam kopamamıştım. Düşünsenize durup dururken bir şey yazıyorsunuz ve onu binlerce kişi görüyor. İlla birinin aklından geçiyordur yani “Sorduk mu?” diye. Herhalde sosyal medya devleri bu yabancılaşmanın arada yoklayacağını fark etmiş ki, Facebook’ta yazı penceresinde “Ne düşünüyorsun, Ümit?”, Twitter’da “Neler oluyor?” diye soru yazıyor. En azından Mark veya Jack soruyor diyebilelim diye herhalde. Ancak hayatın içinde bunu yaptığınızı düşünsenize. Vapura binip tweet atar gibi nara attığınızı mesela, deli galiba diye biraz uzak otururlar. Ancak sosyal medyada böyle bir problem yok. Bu da yeni laboratuvar koşulları yaratıyor. Yani ‘o sorduk mu?’ eşiğini atlayınca hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Gerçek hayatı da öyle zannediyoruz.

YANKI OTOBÜSÜ

Otobüs durağında beklediğinizi düşünün. Beklediğimiz numaralı otobüsün geldiğini görüp, seviniyoruz. Durağa yaklaşırken fark ediyoruz ki bu otobüse binmemize imkân yok. Çünkü bu bir Yankı Otobüsü ve diğer siyasi görüşe ait. Durağın yarısı otobüse biniyor. “Yahu biraz önce aynı durakta bekliyorduk, niye aynı otobüse binemiyoruz, üstelik aynı yöne gidiyor” diye içimizden bir soru geçiyor ama hemen susturuyoruz. Çünkü onlar diğer görüşe ait insanlar. Zaten hepimizin boynuna etiket asmışlar açık açık görünüyor. Beklemeye devam ediyoruz. O otobüs yokmuş gibi düşünüyoruz. Tıpkı sosyal medyada yaptığımız gibi. Az sonra bizim otobüs geliyor, biniyoruz. İçeride habire birbirimizi fişekliyoruz. Diğer otobüsle kırmızı ışıkta yan yana gelince de pencereden birbirimize hareket çekiyoruz. Böyle bir dünya var mı? Deplasmana giden taraftar otobüslerini saymazsak böyle bir dünya yok. Ancak böyle bir sosyal medya var.

TROLLER ÇAY BAHÇESİ

Çay Bahçesi’nde birkaç arkadaş bir masada oturup sohbet ettiğinizi düşünün. Bir an diğer masadan kulak misafiri olan gelip “Zoruna mı gitti a.k. diyor?” Ne olur? Kavga çıkar, ağız burun dağılır. Bu yüzden de böyle olaylar istisnaidir. Sosyal medyanın başarısı işte burada ortaya çıkıyor. Çünkü bir süre sonra bunun normal olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. Cem Yılmaz’ı sokakta görse “Abi bir fotoğraf çektirelim?” diyecek tipler gelip tweetinin altında hakaret ediyor. Nereden baksanız tuhaf.

Kuşkusuz Türkiye’de siyasi kutuplaşma yok diyemeyiz, başta seçim sonuçları bizi yalanlar ama gündelik hayatı bile bununla dizayn etmeye çalışmak farklı şey. Dahası sosyal medyanın yarattığı bir yanılgı bu. Birilerinin de işine geliyor. Çünkü gerçekte aynı derdi taşıyan insanlar, görüşleri farklı olduğu için bir araya gelemez hale sürükleniyor. Cem Yılmaz’ın tespiti bu yüzden değerli. Sosyal medyayı gerçekten anlamak için, gerçek hayatımızla arasındaki farklar üzerine düşünmeli ve ‘derya içre olup deryayı bilmeyen balık’ durumuna düşmekten sakınmalıyız.

cukurda-defineci-avi-540867-1.