Gezi bir halk isyanıydı. Her geçen gün yaşaması daha da zorlaşan bir kentin, yüzlerce yıla tanıklık etmiş kalbinde kalmış bir avuç doğa parçasını ideolojik bir simge yaratmak için betona dönüştürmek isteyenlere karşı kendiliğinden gelişen bir dayanışmanın, her yaştan insanın katılımıyla genişleyen bir direnişin öyküsüdür Gezi. Kent sakinlerinin onca keşmekeş içinde gölge ve huzur için sığınabildiği küçücük bir parkın içinde yer alan birkaç tane asırlık ağacın bir gece ansızın dozerlerle sökülmek istenmesiyle gelişen, koruma içgüdüsüyle büyüyen bir direniş öyküsüdür. Baskıların, rantın, talanın, sömürünün, ayrımcılığın ve kötülüğün kol gezdiği düzenden öyle ya da böyle nasibini almış herkesin bastırılmış vicdanında bir küçük kuşa kanat çırptırmış, kitlelere nesli tükenen kuş sürüsü gibi umut olmuştur. İstanbul’un kalbi Taksim’den başlayıp memleketin her köşesinde sökülmüş ağaçların, yıkılıp yerine gökdelen dikilmiş ahşap evlerin, mahalle/şehir statüsüyle yalnızlaştırılan köylerin, barajlar/santraller uğruna kolları kurutulmuş nehirlerin, evinden edilmiş kuşların, sincapların, betona bakmaktan yorulmuş, çocukluğunu arayan gözlerin sesi olmuş anlı şanlı bir direniş.

10 yıl sonra hâlâ intikamı alınamamış erk yenilgisinin, gücünü her yönüyle kullanarak hesaplaşma ısrarı aslında oradaki “üç/beş ağaçla” özdeş görülerek intikam öznesi haline getirilen arkadaşlarımızın cezalandırılmasıyla soğumaz. Hukuka ve vicdana sığmayacak Gezi davası kararları; Yırca’ya, Cerattepe’ye, İkizdere’ye, Akbelen’e itiraz edenlere, Boğaziçi direnişine, Adalet yürüyüşüne, İstanbul seçim sandıklarında çuvallara yatanlara umut olan hareketin hafızalardan kriminalize edilerek çıkarılması, gerçeğinden koparılmış bambaşka bir yaftayla yeni bir nefret alanı yaratılması için alınmıştır. Ekmek/aş derdinin, laik eğitimin, kadının eşit temsilinin, İstanbul sözleşmesiyle şiddet karşıtı mücadelenin; öğrencilerin barınma, emekçinin geçim hakkının sesini kısmak için, eylemliliğin önüne ‘bak senin de sonun böyle olur’ korku setinin çekilmesine yarasın istenmiştir. Ama iktidarın müteahhitlerine, Katar’ın şeyhlerine memleketin satılmamış, her nasılsa betonlaştırılmamış “üç/beş karış” toprağını da sorgulanmadan verebilmek için doğa ve hak savunucularından terörist yaratma sevdası uğruna alınmış kararlar milyonların tanıklığında masum, barışçıl bir eyleme tanklarla, silahlarla saldıranların zulmünü unutturmaya yetmeyecek.

∗∗∗

Gezi direnişinde neler vardı? Hatırlayalım. Toma’ların üzerlerine süren polislere karanfil atanlar, parkta açılan kütüphaneye evinden kitap taşıyanlar, direniş nöbetlerinde şiir okuyan, tiyatro kuran, türkü söyleyen, dans eden insanlar. Karşılarında kimyasal gaz bombaları, coplar, tüfekler, uzun namlulu silahlar varken gözü çıkana, kolu kırılana, vurulana, aşırı dozda gazdan etkilenen sokak hayvanlarına yardıma koşanlar, ağaçlara sarılanlar, duranlar. Evet hepimiz oradaydık. Taksim’den Kordon’a, Anadolu’dan Karadeniz’e, Kuzey’den Güney’e hepimiz oradaydık.

Bakın bugün adaletsizce parmaklıklar arasında tutulanlar kimler; Soma’da, Ermenek’te madencilerin, Adana öğrenci yurdunda çıkan yangında, Çorlu tren kazasında evladını kaybedenlerin, sayısız toplumsal dava ile kamu yararının, düşünce özgürlüğü davalarında gazeteci ve yazarların yanında yer alan bir çok direnişte yan yana durduğum arkadaşım Can Atalay. İlk kez Hırant Dink için adalet arayışında birlikte ses olmak için buluştuğum Toplumsal Bellek Platformu’nun sesini her zaman duymuş, Cumartesi Annelerinden, kadına hakları mücadelesine hukuka inanmayı seçerek ses ve el veren arkadaşım Çiğdem Mater. Anadolu Kültür Vakfı çatısı altında güzelim ülkemizin kültür mirasını korumak ve tanıtmak için çalışan, insan hakları mücadelesine inanmış, ülkesinin sorunlarına duyarlı bir kültür insanı olan Osman Kavala, Gezi direnişinde hepimiz gibi ses veren, adalet ve eşitlik talebini seslendiren Tayfun Kahraman, Mine Özerden. Bugüne kadar aynı suç ithamıyla hayatları çalınsa da Yargıtayın haklarında verdiği kararı bozmasıyla serbest kalan Ali Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi ve Mücella Yapıcı. Sadece onlar mı? Halkın oylarıyla seçilmiş sayısız siyasetçi, Kürt hak savunusunu sıkıştırıldığı milliyetçilik kıskacından çıkararak daha geniş bir vicdan hattına taşıyan, yeni bir siyaset dili ve yönetimiyle toplumsal karşılığı genişleyen bir lider olarak Selahattin Demirtaş.

∗∗∗

Suçsuzluğu delillerle ispatlanmasına rağmen 30 yıldır tutsak ve şartlı tahliye hakkı için koşulları sağlanmış olmasına rağmen mahpusluğunun 30.yılında serbestliği verilmeyen şair, yazar İlhan Sami Çomak. Hakikatin izinde haberleri engellenen, susturulan gazeteciler. İlkeli duruşuyla rahatsızlık yaratan Merdan Yanardağ, araştırmacı gazeteciliğiyle belgeler açığa çıkaran arkadaşım Barış Pehlivan. Bir de sürgünde olan dostlarımız var. Sivas Katliamı zaman aşımı kararı alındığında iki üç cılız haber dışında ses çıkmazken onlar hâlâ uzaktan adalet arayışımıza ses, mücadelemize güç olmak için ellerinden gelen desteği veriyorlar. Can Dündar ve Mehmet Ali Alabora gibi. Peki kimler serbest? 30 yıl önce benzin dökerek inancını/düşüncesini beğenmediği “kâfirleri” yakarak öldüren vahşiler. Hem de CB’nın kişisel tercihiyle affedilerek bir bir serbest bırakılıyorlar! İnsanlık suçu işleyenler, işkenceciler. Kadın ve çocuk katilleri. Çocuklara seri tecavüz edenler. Gün ortasında adliyelerde, kafelerde silahlı çatışmayla hesaplaşan çete üyeleri. Darboğazdaki ekonomiyi canlandıran para akışında kullanışlı uyuşturucu kaçakçıları. Suçlarıyla övünen mafya babaları.

Gezi işte tüm bunlara karşı bir vicdan ayaklanmasıydı. Saf kötülüğün, bencilliğin karşısında vicdan, iyilik ve dayanışmanın gücüydü. Tehlikesi ise iyiliğin sirayet ederek dalga dalga yayılması. Mesele bu kadar saf ve temiz, sonuç bu kadar net ve feci. Ancak unutulmasın; kötülük yenilir, iyilik yenilmez.