Ülkemiz gelincik tarlasına döndü. Haritayı al bastı. Tarihin en heyecansız seçiminden büyük bir sevinç dalgasıyla kabaran heyecan sokaklara yayıldı. Gözlerimizin içi gülüyor. Uzun zamandır ocağında ateşi, gözünün feri sönmüş olan halk sandıkta tüm partilere çok önemli mesajlar verdi. Bu köşeden size pek çok kez umudun gücünü hissederek seslenmiş, içimizin karanlığını katlayan olaylardan sonra bile umudu diri tutmaya davet etmişimdir. İşte şimdi 31 Mart seçimlerinin ardından hak ettiğimiz eşit ve adil koşullarda mutlu bir yaşam için umudumuzun katlanması yanında yeni bir motivasyonumuz da var. O da başarı.

Bizim gibi kaderi bir kişinin elinde, onun zoruyla esir alınmış ülkelerde tarihsel ve sosyo-politik koşullar toplumda büyük bir yılgınlıkla beraber kadercilikle şekillenen ön yargılar yaratıyor. Güçlünün, zalimin sandıkta yenilemeyeceği, seçimle gitmeyeceği algısı gibi. Üst üste kaybedilen seçimler doğal olarak siyasi, sosyolojik ve tarihsel analizden uzak bir okumayla sonuca bakan çoğunluk üzerinde partileri de liderleri de skorla sınırlayan, yargılayan ve daha da önemlisi adım adım sonucu ören gelişmeleri, başarıları görünmezleştiren, etkisizleştiren bir refleks oluşturuyor.

Önce umut, sonra inanç ve dayanışmayla birlikte mücadeleyle devrilmeyecek duvar yok. Elbette seçim sonuçlarını hazırlayan şartları, tetikleyen unsurları irdeleyerek sonuçları değerlendirmek ve başarıyı sahiplenirken ileriye taşıyacak stratejik adımları ve siyasal hamleleri planlamak gerekli. Bunların bir kısmı üç gündür farklı bakış açılarıyla işaret ediliyor. AKP seçmenindeki yorgunluk ve ekonomik koşulların isyanı kopuş getirdi. Tepki oyları üç eğilimle şekillenmiş görünüyor. Bir kısım seçmen sandığa gitmezken bir kısmı ideolojik yöneliminden kopmadan YRP’ye kaysa da önemli oranda oy iktidar olmaya yani mevcut yönetim zaaflarını değiştirmeye muktedir olan CHP’ye bir fırsat vermeye yönelerek CHP’nin ülke genelinde yıllar sonra birinci parti çıkmasını sağladı. Bu kararı oluşturan önemli etkenlerden birinin yerel yönetimlerde geçtiğimiz yerel seçimden bu yana özellikle Ankara ve İstanbul gibi sorunları çok büyük olan metropollerdeki başarılı uygulamalar olduğu yadsınamaz. Kriz dönemlerinde (pandemi, deprem ve orman yangınları) CHP’li belediyeler çok iyi sınav verdiler. Sosyal belediyecilik hizmetlerinde halka nefes aldıran önemli başarılar elde ettiler. Buna en iyi örneklerden biri iktidarın seçimler boyunca karalamaya çalıştığı Kent Lokantaları.

CHP seçmeni sağduyuluydu. Parti içindeki kırgınlıkları, ayrışmaları, aday belirleme sürecindeki hataları cezalandırmak yerine tepkisini hissettirmeyi seçti. Kazanılması ya da kaybedilmesi bıçak sırtı yerlerde risk almazken CHP’nin kazanacağına kesin gözüyle bakılan yerlerde partisine açık mesaj vererek tepkisini gösterdi, mesajını verdi. İzmir başta olmak üzere birçok yerde CHP oy oranları anlamlı ve büyük düşüşler yaşadı.

Başta 28 Mayıs’ta CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesine yol açan gizli ajandaları ve savruluşlarıyla başta İYİ Parti olmak üzere 6‘lı masanın ortakları ise seçmenin siyasetin iktidar ve ikbal aracı olmasına tepkisinden nasiplerini aldılar.

İktidarın büyük yenilgisi hırs ve hınçla hemen yüzünü gösterdi. Van’da açık ara kazanan adayın ve onu seçenlerin hakkının hukuksuzlukla gasp edilmesi ve buna karşı yükselen itiraza orantısız şiddetle yanıt verilmesi hırçınlaşmanın, cezalandırma güdüsünün artacağını gösteriyor. Önceki gün İzmir’de her zaman sükunetle gerçekleşen protestolardan farklı olarak biber gazıyla müdahale edilmesi bizi bekleyen yeni dönemin habercisi çarpıcı bir örnek. İşte şimdi dik durmak, daha çok sarılmak ve geri basmamak daha da önemli. Haksızlığa karşı başarılanın korunması için mücadele azmiyle birlikte olmak önümüzdeki fırsatlar barındıran yoldaki dikenleri söküp atacaktır.

Dedim ya her parti için alınacak dersler var şimdi ev ödevi zamanı. Özgür Özel’in seçim sonuçlarını salt başarı olarak görmediğini, kibirle, zafer sarhoşluğuyla hareket edilmesini istemediğini söylemesi çok önemli. Bu tutum rövanşist duyguları kenara kaldırması anlamında hem aday belirleme sürecinin partisi içinde yarattığı kırgınlıkların muhatapları hem de seçimin kaybedenleri açısından anlamlı. Sonuçları oluşturan koşullara ve yorumlara şimdilik bu kadarıyla yüzeysel bir değiniyle yetineceğim. Çünkü başarının sürdürülebilir olması için sahiplenilmesinin ve coşkusunu yaşamanın önümüzde bizi bekleyen sorunlar sarmalıyla, coşkuyu gölgeleyecek, hız kestirecek gelişmelerle başa çıkmanın da en önemli motivasyonu olduğunu biliyorum. Eleştiri / öz eleştiri kültürünün yerini şikayet ve hırpalayıcı iç yarışlara bırakması uzun zamandır CHP’yi etkisi altına alan bazı hatalara dönüştü. Başarısını giyinememek, savunamamak, anlatamamak sonuca adım adım ulaşma yolunda basılacak taşları yosunlarla kapladı, kayganlaştırdı. Sonuç alma inancını zayıflattı, zorlaştırdı ve geciktirdi. Gezi Direnişi’yle başlayan farklı sesleri kucaklayan, birlikte mücadele dalgasının ardından Kemal Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü buna iyi bir örnek. Ne çabuk sıradanlaştırıldı. Ne çabuk sönümlendi. O yürüyüşün birleştirici çağrısı, kararlı adımları olmasa 11 büyükşehirin ve İstanbul’un iki kez kazanıldığı seçim başarısı gelir miydi? O başarının ardından Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde iktidar partisi tarihinin en düşük oyunu alırken, ilk kez parlamento çoğunluğunu kaybederken Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidarın ve ittifak ortaklarının türlü suikastine rağmen kendisinden önceki adaylardan çok yüksek %48’e ulaşan oy almasını tüm koşullardan bağımsız tekil ve tek kişilik bir yenilgi olarak okumak, iki seçim arasında bu başarıyı sahiplenmeden savrulmak benzer bir hataydı. Sonuçların küçük yüzdeler arasında şekillenen galibi olmak başarılı olmak demek değil. Bunu AKP’nin bugün ikinci parti olması en güzel şekilde anlatıyor. Şimdi başarıların haklı gururunu yaşamanın zamanı. Başta Özgür Özel olmak üzere kazanan ve kazanamayan tüm adayları, emek emek çalışan CHP örgütünü, en çok da bize bu başarıyı armağan eden emekçileri, emeklileri, ezilenleri önce sevinci paylaşarak selamlıyorum. Bu başarı bu ülkenin tüm gelinciklerinin, hepimizin. O zaman bir şiirle kutlayalım. Bakın bize ne çok şey söylüyor Edip Cansever;

gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda

işi iş kasabanın

su yüzlü çocuğun işi iş

bir de poyraza döndü mü hava

başlar masmavi damarlar fışkırmaya yanaklarından

faytonların turuncu tekerlekleri

yansır gaz tenekeleriyle çevrili bahçelerde

asılı çamaşırlarından bir tutam çivit kokusu alıp gider

gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda.

(…)

yeter ki görünsün gelincikler

önce tek tek görünsün sonra topluca

usta bir doğramacı gibi kırmızılar doğrar kasaba

gelincikler indi mi çayırlardan

su bardaklarına, berber dükkanlarına girdi mi

duvarlara sicimle tutturulmuş şişelere

girdi mi bir kere

-aynaları boğacak neredeyse

-taşlıkları basacak sel gibi

o zaman...

tam o zaman

marangozlar mis gibi rakılar içerek kayıklarında

konuştukça binlerce kayık

konuştukça binlerce köpük, binlerce kıyı olurlar

ve nedense bir vapur bizi alıp götürecekmiş gibi bakarız bir-

birimize

unuturuz sonra alıp başını gitmeyi de

yeter ki iki dudak arasına konsun gelincikler

ipince bir ıslığa yerleştirilsin

türküler süzsün tüveylerinden

kahveler eski renklerine boyanır yeniden

biralar çiğ ışıkta bile parlak

yıkanır tertemiz oluncaya kadar yaşamak.

gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde

sevgiler umutlar yok değildir

öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize

çabuk öfkeleniriz

durup durup böyle hüzünlenmemiz neden

anlamıyoruz da ondan mı yoksa

bir bütün olduğunu mutluluğun

umudun bir bütün olduğunu

seziyor muyuz yalnızca

baktıkça gelincik tarlalarına uzaktan

öyle bir arada güzel

yaşamanın lezzetini

kanımızı tutuşturdukça gün günden

buğusunu saldıkça

bir tütün dumanı gibi yaktıkça genzimizi.