AKP’nin son seçim reklam filmi “dünya standartlarında şehir hastaneleri” vurgusuyla başlıyor ve duygusal bir müzik eşliğinde yıllar geriye sayılarak ülkemizi hava kirliliğinden, elektrik kesintilerinden, çöp dağlarından özetle ilkellikten, sefaletten kurtaran yüce Türk büyüğünün hatırasına saygıyla bitiyor. Seçim meydanlarında İzmir’e suyu ilk kendisinin getirdiğini söylemişliği de vardır. Utanmasa tekerleği de hatta ateşi de kendisinin bulduğunu söyleyecek. İş şimdilik oraya varmadı. 

Tüm hak ihlallerini yakından takip eden biri olarak ülkemizin sağlık sektöründe yaşanan sorunlarına sık sık bu köşede değiniyorum. Ancak şehir hastaneleri övgüsüyle karşılaşınca yakın dönemde aile içinde üst üste yaşadığımız sağlık sorunları nedeniyle konunun deneyimlediğim bölümüyle bir kez daha irkildim. Şehir hastanelerinin sağlık hakkına erişim ile ilgili derin sorunlar yarattığını başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere pek çok uzman, bilim insanı ve hekim anlatmaya çalışıyor. Ama şehir hastaneleri mega inşaat projeleri ve ihaleler demek! Yurttaşın parasıyla sermayeye kaynak aktarmak demek. Bu bakışla sağlık bir hak olmaktan çıkarak ticarethanelerde sunulan bir hizmete dönüşüyor. Neo Liberal pazar ekonomisinde en kullanışlı ve reddedilemez bir zorunluluk haliyle de garanti kaynak olarak görülüyor.

Her geçen gün gerileyen eğitim koşulları, nitelikli istihdam sorunu, nitelikli beyin göçü, olumsuz ve sağlıksız çalışma koşulları, kazanç ve geçim dengesizliği gibi birbirinden derin ve çözümsüzlüğe terkedilmiş ülkemiz sorunlar sarmalında elbette sağlık sektörü de nasibini fazlasıyla alıyor. Tıpkı yabancı firmalara ihale edilen ve işletme yönetimi kendilerine devredilirken kazanç garantisi ile anlaşmalar imzalanan mega köprüler, ultra havaalanları gibi kamudan ve kamu hizmeti anlayışından uzaklaştırılan projelerdir şehir hastaneleri. Şirketler tarafından yönetilen bu hastaneler için de diğerlerinde olduğu gibi hayaller, vaadler ve gerçekler farklı.

Gıda enflasyonu nedeniyle pazar filesini dolduramayan vatandaş kamuya maliyeti çok yüksek olan şehir hastaneleri nedeniyle daha da yoksullaştığının farkında değil. Çöküşte olan ekonomik koşullar nedeniyle ödeyemediği ev kirası gibi şehir hastanelerinde hizmet artış ödemelerinde %38 ve kira ödemelerinde %108 artışa bağlı olarak oluşan açığın kendi sağlığına maliyetini de ölçebilecek durumda değil. Ama bakın orda bir hastane var uzakta! Hem de granitlerle süslü.

Bu hastanelerin kamuya maliyeti sadece 2024 için 83 milyar 697 milyon lira. 6 bakanlık bütçesinden büyük bu rakam Sağlık bakanlığı için ayrılan bütçenin %11,5’luk bölümü demek. Bu kaynak yaratılırken mevcut üniversite araştırma hastanelerinde, halkın kent merkezinde kolay erişimle hızlı çözüme ulaşabileceği devlet hastaneleri ve sağlık kurumlarında durum içler acısı. Bir badanaya, kırık çekmecenin tamirine, yanmayan ışığın yenilenmesine bile tenezzül edilmeyen yerlerde doktorların çalışma koşulları ve hastaların derman arayışı gözyaşı döküyor. Sonuç mutsuz hekim, mutsuz personel, mutsuz hasta, mutlu hükümet, mutlu yandaş müteahhit, mutlu AKP, mutlu hükümet, mutlu tek adam dünyası.

Bu mutsuzluk iktidar politikalarıyla teşvik edilen, yaygınlaşan, cezasızlıkla birleştiğinde olağanlaşan şiddet eğiliminin ‘canı burnunda’ insanları ele geçirmesiyle günlük yaşama yansıyor. Hizmet süresi içinde psikolojik ya da fiziksel şiddet gören hekim oranı %82. Hekim ve sağlık çalışanlarına yönelik saldırılar sonucunda cinayetler artıyor. Şehir hastanelerinde bir odaya kobay gibi kapatılarak 3-5 dakikada bir hasta görmek zorunda kalan, can güvenliğinden endişe eden hatta şiddet gören hekimlerin yaşam koşullarının zorluğu nedeniyle intihar istatistikleri göz ardı edilemez boyutta artıyor. Ülkemizin en önemli sorunlarından olan beyin göçünün en yaygın olduğu meslek grupları arasında hekimler yer alıyor. Gençlerinin %73’ü yurt dışına gitmek istiyor. Türkiye’den yurt dışına göç %62,3 artmış durumda. Türkiye; en çok beyin göçü veren ülkeler arasında Hindistan, Pakistan, Cezayir, Fas, Tunus, İran, Mısır, ile birlikte yer alıyor. Öğrenimlerini ve mesleklerini yurt dışında sürdürmek isteyen hekim başvurularında patlama var. Ama tüm sorunların müsebbibi olan mercinin umurunda değil. Cumhurbaşkanı “Buyursun gitsinler biz asistanlarımızla işimize bakarız” diyebiliyor. Peki biz canımızı beyin göçü başta olmak üzere, cemaatler ve tarikatlar eline düşen eğitim kadroları ve müfredata bağlı olarak gerileyen bilim ve bilgi yoksunluğu gibi sorunlarla çevrili bir ortamda yetişen ve eğitim süreci devam eden asistanlara emanet etmekte neden onun kadar mutlu ve rahat değiliz? Aynı hükümet kendi hekimlerine çok gördüğü ücretlendirme ve çalışma koşullarını Somali’de çalışacak sağlıkçılara kolaylıkla neden ve nasıl verebiliyor? Sağlık Bakanlığınca uygulamaya koyulan ulaşım, konaklama, yemek gibi tüm ihtiyaçları kurum tarafından karşılanan, mesleğini ülkesinde yaparken kazandığının katlarca fazlasını üstelik ek ödemeyle artan bir gelire dönüştüren çalışma fırsatı için başvuran hekim sayısını bilseniz şaşırırsınız? Bir yandan ‘giderlerse gitsinler’ derken bir yandan sınırsız olanakla gönderen anlayış çözümü kalmalarını sağlamak için parmak oynatmıyor.

Şehrin içinde yer alan kolay ulaşılabilir hastanelerin kapatılması ya da nitelikli personel ya da hekimlerin şehir hastanelerine zorunlu istihdamıyla işleyemeyen, zayıf sistem nedeniyle reklam filminde geçmişe atıfla anlatılan uzun bekleme sıraları oluşarak hasta mağduriyeti yaratıyor. Şubat ve Mart ayı boyunca üç kez acile başvurmak zorunda kaldık. Buna bağlı olarak Urla Devlet Hastanesinden başlayan ve 9 Eylül Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde 4 gün yatışla sonuçlanan kötü bir deneyim sürecinde yaşadıklarım bana az önce bahsettiğim mutsuzluktan olumlu bir öykü çıkamayacağını gösterdi.

Acil müdahale ihtiyacıyla ve acil beyin tomografisi çekilmesiyle sonuçlanan başvurumuzda önce “tüm yataklar dolu, dışarda bekleyin, boşalırsa çağırırız” cümlesiyle karşılandık. Rica minnet bekleyemeyeceğimizi anlatınca “gidin tekerlekli sandalye bulun öyleyse” komutunu aldık. Yürümeyen tekerlekleri bozuk sandalyeyle hastane içinde başlayan yolculuk paslanmış yamuk bir sedyeyle sürdü. 9 Eylül’e sevk edildiğimizde yolculuğu her yeri ayrı oynayan bir Ambulansla yolda tümsek varsa her defasında açılan çekmeceyi içindeki tıbbi malzeme üzerimize yağarken kapatarak tamamladık. Şehir hastanelerine sevk olmuyor böyle durumlarda. Aynı kırık dökük malzeme, bakımsız koridorlar ve odalarda hastaya yüksek sesle bağırdığında daha doğru yanıt alacağını düşünen sağlık personeline sabırla izah etmeye çalıştığımız koşullarımızla ve önemli olabileceğini düşündüğümüz bilgilerle ilgilenen olmadığı gibi süreç boyunca bize bilgi aktaran da olmadı. 4 gün boyunca yattığımız 4 kişilik odada visit sırasında yatakta kadavra varmış ya da yatak boşmuşçasına sizi görmezden gelerek kendi aralarında sohbet eden uzman ve asistanlardan bir kez olsun bir selamlama cümlesi, bir tebessüm görmedik ki bilgi alalım.

Hekimlerin ve sağlık personelinin hastanın ve yakınlarının endişelerine, korkularına, içinde bulunduğu duruma bağlı olarak ızdırabına bu kadar duyarsız olması işte demin bahsettiğim mutsuzlukla ilgili. Günü kurtaran, mesai saati dolduran mutsuz çalışanlar. Az önce değindiğim sorunlar nedeniyle nitelikli kadorları şu ya da u sebeple ayrılan ve azalan bu hastanelerde hocası değişen, ayrılan, yalnızlaşan genç hekimler. Oransız nöbet ve çalışma saatleriyle sınanan, insanca yaşam koşullarından uzak, kimi zaman tehdit altında olan sağlıkçılar çalışma ortamı iç karartıcı, karanlık, kırık dökükken kime gülümseyebilir. Oysa bu koşullarda bile kurulacak iletişim kendisi için de iyi ve insanca bir ortam sunacaktır. Bu kadar empati yoksunluğu ve hastaya karşı yaklaşım (bedside manner) bilgi eksikliği bana eğitimde bu alanlara özel yer verilmesi gerekliliğini hissettirdi. Hekim şiddeti kadar hastaya mobbing’in de varlığıyla yüzleştim. Urla acilde örneğin hiç ama hiç gerek yokken yanımızdaki yataktaki hastayı beyaz kodla güvenlik çağırarak tehdit eden ve süreç içinde oradaki diğer 6 ayrı hastayı mağdur eden hemşire gördüm. Sebepler yumurta ve tavuk ilişkisi gibi. Herkes bir sebeple haklı, herkes mutsuz!

Reklamın sloganı gayet yerinde “hatırası yetiyor!”