Memleket epeydir bir gözdağı cumhuriyetine dönüştü. Gazetecisinden akademisyenine, yargı mensuplarından sosyal paylaşım sitelerinde fikrini beyan edenlere kadar muhalif olan herkesin başı giyotin tahtasında. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek ise iktidarın en itibar ettiği yöntemlerden biri. Uzağa gitmeye gerek yok, Erdem Gül ve Can Dündar davası ve barış bildirisine imza atan dört akademisyenin başına gelenler sözünü ettiğim stratejinin güncel birer örneği. Dündar ve Gül’ün casusluk suçlamasından beraat etmesine rağmen devlet sırrını ifşadan hüküm yemesi, kendilerinin de ifade ettikleri gibi tüm gazetecilere yönelik bir gözdağı. Adliye meydanında Dündar’a saldırılmasını da aynı eksende değerlendirmek mümkün. İlki adli mekanizmalarla, ikincisi ise tetikçi marifetiyle gerçekleştirildi. Çatışma bölgelerinde haber peşinde koşan Kürt muhabirler ise hemen hemen her gün gözaltı ya da tutuklama işlemleriyle karşı karşıya. Saray ve AKP’den gelen her haberi manşet yapan ana akım medya, meslektaşlarına yönelik korkutma operasyonlarını gündemine dahi almıyor. Terör propagandasından haksızca yargılanıp sonunda tahliye edilen, fakat davanın 301. madde üzerinden sürdürülmesi nedeniyle oh diyemeyen akademisyenlerin durumu da benzer. Dört akademisyen, geride kalan tüm akademisyenlere gözdağı vermek maksadıyla hapiste tutuldu. Bu süreçte aynı amaçla birçok arkadaşımız işinden, projesinden oldu. İlki ‘yasal’ ikincisi ‘idare’ marifetiyle uygulamaya kondu.

AKP’lilere de gözdağı

Saray’ın gözdağı vermek istedikleri arasında sadece AKP karşıtları yok. İktidar partisinin içindeki nüfuz adacıkları da Saray’ın istilasına uğradı. Önce Abdullah Gül Saray tarafından bir tehdit olarak görüldü. Gül’ün cumhurbaşkanıyken Erdoğan ile ayrı düştüğü konuların faş edilmesi Saray’ı kızdırmak için yeterliydi. Gül siyasi atmosferi yokladı ve zamanı gelmediğini düşündüğünden geri adım attı. 7 Haziran’da AKP oyları düşünce Arınç devreye girdi. Kimi zaman doğrudan, kimi zaman da kritik anlarda Davutoğlu’na destek çıkarak dolaylı olarak Saray’ı eleştirdi. Gül’den daha ‘konuşkan’ olduğundan 1 Kasım sonrasında ivedi biçimde itibarsızlaştırıldı. Hüseyin Çelik gibi az sayıda isim ise eleştirilerini sürdürdü. Saray’ın Davutoğlu’nun ayağını kaydırması, Gül’den Arınç ve Çelik’e tüm şerh düşenlere mesaj niteliğinde olduğu gibi başkanlığa gönülsüz kimi AKP’lilere de gözdağı. Saray benden yana taraf olmayan bertaraf olur demeye devam ediyor.

Yüksek Mahkemeler

Saray’ın muhaliflere ve başkanlığa soğuk bakan AKP’lilere gözdağı vermesi ‘nihai hedefe’ ulaşmasında yeterli mi? Elbette değil. Bu yönde atılmasını istediği bir dizi başka siyasi hamle söz konusu. Bunların başında yüksek yargının görev ve sorumluluklarını değiştirmek, yetkilerini daraltmak var. Dündar ve Gül için Anayasa Mahkemesinden çıkan karar belli ki bardağı taşıran son damla oldu. Yeni anayasa, Anayasa Mahkemesinin yetkilerini tırpanlayacak bir anayasa olacak. Yargıtay ve Danıştay, her ne kadar iktidar tarafından dizayn edilmek istense de bugün her iki yüksek mahkeme de gözdağı operasyonlarını terse çevirecek kararlar almaya devam ediyor. Hal böyleyken Adalet Bakanlığı’nın yasa tasarısı hazırlığı her iki kurumun ‘küçültmesini’ hedefliyor. Bu konuda yeni anayasayı beklemeyecekleri çok açık. Amaç şimdiden hakimlere gözdağı.

HDP-MHP operasyonu

HDP operasyonu dokunulmazlıkların bir an önce kaldırılması konusundaki Saray baskısıyla özdeş. Saray bunu sadece HDP’yi pasifize etmek için değil siyasi hamlelerine MHP’lilerin destek olması için de yapıyor. Erdoğan’ın temel hedefi başkanlık için milliyetçi-muhafazakâr tabanı tümüyle arkasına almak. Gelinen noktada Saray’a itiraz edenlerle, Bahçeli’ye kızanlar aynı safta toplandığından Akşener’in ipi göğüslemesinin MHP’yi Erdoğan’ın istemediği bir mecraya sürükleyeceği açık.

Gözdağı operasyonları belli ki bir süre daha sürecek hatta kimi zaman gözdağını geçerek travmatik sonuçlara da yol açacak. Memur olarak atanan bir başbakanın bu işlerdeki fonksiyonu da idare amirliğini geçmeyecek. Daha sert geçecek bir döneme ‘hazırlıklı olmak’ elzem ancak umutsuzluğa kapılmayalım. Bu denli müttefiksiz kalmış; küstürdüğü kazandığından, korkuttuğu sevdirdiğinden çok olan bir iktidar kırılgan bir iktidardır. Vadesi dolmuş iktidarlar umuttan daha fazla korku üretir, sonunda da o korkunun esiri haline gelir. Demokratik muhalefetin helallik vermekten, Saray’ın siyasi hamlelerine stepne olmaktan daha ‘ciddi’ bir duruşu olduğunda, sokakla bağlantısı kopmadığında o korku imparatorluğu yıkılır gider.