Sermayenin, üretimin tüm biçimleri gibi tarımsal üretim ve kır emekçileri üzerindeki baskısının şiddetini artıracağı bir döneme girdiğimiz aşikar. Seçim öncesi atılan adımlar bunun ifadesiydi. Buna göre beklenen kır emekçileri, küçük çiftçiler ve köylüler cezai süreçler eşliğinde bir yandan sözleşmeli üretime zorlanacak ve böylece tarımsal üretimi şirketlere bağımlı kalma şartıyla sürdürebilecek; diğer yandan da kırsal dönüşümle hem geçim ve yaşam alanları sermayeye peşkeş çekilerek tahrip edilecek hem de üreticiler tarım arazilerine yapılacak OSB’ler aracılığıyla sanayiye ucuz işgücüne dönüştürülecek.

***

Bu kır ve tarım politikasının kanun değişikliği olarak alt yapısı hazırlanırken Meclis muhalefeti ne Meclis dağılımının böyle olabileceğini ne de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanamayacağını biliyordu. Bu açıdan Meclis muhalefetinin seçim dönemine ilişkin en büyük hatalarından biri de Meclis’te müdahale edebileceği kanun değişikliği türünden adımlara karşı gerçek anlamda izleyici kalmak oldu.

Bu adımların yıkıcılığını topluma anlatmak şöyle dursun meclisteki varlıklarını işlevsizleştirme pahasına “İktidar olunca nasılsa hallederiz” bakış açısıyla sorunları kendi kamuoyuna anlatmak için bile kılını kıpırdatmadı. Halbuki bir kısım meclisteki varlıklarını korumaya öylesi bağlılardı ki halkı mecliste verecekleri bir red oyunun önemini anlatıp, çıkış için anahtarın vekilliklerinde olduğuna inandırıp, oy vermeye ikna etmek için koltuklarını çoktan bırakmışlardı.

Kıssadan hisse, mücadeleyi başka bahara bırakmamak gerekiyor. Bunu, tarım ve kırdan baktığımızda en iyi bilen şüphesiz ki küçük çiftçiler ve köylülerin kendisi. Senelerdir geçim ve yaşam alanlarına yönelik saldırılara karşı, bıkmadan usanmadan fiili ve/veya hukuki mücadele edenler... Kendilerine biçilen bu rollere hiçbir zaman razı olmayan binlerce üretici...

Öte yandan şüphesiz ki önümüzdeki dönemi zorlu kılan birçok koşul var. Bunlar iktidarın politikalarından da ibaret değil. 21 yıl boyunca en basit muhalefet olma biçimleri dahi kriminalize edilirken dayanışmanın yerini sadakacı bağımlılık, kolektifliğin yerini bireyselliğin aldığı ve hatta muhalefetin de bunlara yedeklendiği bir dönemde sorunları görünür kılmak bile oldukça zorlaştı.

***

Tarım konusunda önümüzdeki dönemin en önemli görevlerinden biri bana öyle geliyor ki sorunları görünür kılarken üreticilerin bir araya geldikleri eylemleri tekil, anlık ve yere özgü olmayı aşacak biçimde örgütlenme perspektifiyle güçlendirecek ve demokratikleştirecek bir pratik geliştirmek olacak. Sendikalar, kooperatifler, topluluk destekli tarım, katılımcı sertifikasyon gibi üreticilerin örgütlenme zeminleri, üretim koşullarının dönüştürmeyi, demokratikleştirmeyi hedefleyen altenatifler yaratmak gibi somut pratiklere ihtiyaç var.

***

Bu minvalde türlü deneyimler biriktirmiş durumdayız. Bunların tıkandığı yerleri aşacak talepler üzerine tartışmak da gerekli. Bunları tartışırken dünyanın farklı yerlerindeki süren ve zorlu koşulların daha iyi bir yaşamı mümkün kılacak ilişkileri yaratmaya engel olmadığını gösteren deneyimlerden de beslenebiliriz.

***

Venezüela merkezli gıda üretimi, dağıtımı ve tüketimini örgütlemeye yönelik bir taban oluşumu olan Pueblo a Pueblo (halktan halka) da bunlardan biri. Kapitalist piyasanın baskıcı dayatmalarından koparak gıda egemenliğini halktan halka ördüğü dayanışma ile inşa ediyor. Mahallelerde ve köylerde topluluklar oluşturuyor. İhtiyaç sahiplerinden üretici meclislerine uzanıyor. Endüstriyel ve sözleşmeli üretim modeli dayatmasına karşı köylü deneyim, birikim ve paylaşımına dayanan ekolojik köylü tarımı benimsiyor. “Kimsenin üçüncü tarafların emeği üzerinden zenginleşmediği" şeffaf, ihtiyaçları temel alan bir karar mekanizması işletiyor.

Halktan halka, kırdan kente, mahalleden köye dayanışmaya dayalı bir yaşamın nüvelerini günbegün inşa eden, başka bir dünyayı mümkün kılan bu türden deneyimler yaratmak hâlâ mümkün.