3 Mart 1924’de TBMM’de bazı “devrim kanunları” kabul edildi. Bunlardan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”, şeriatı temel alan eğitim yerine, bilimsel ve eleştirel aklı temel alan eğitim hedeflemişti. Bugün eğitim dinselleştirilmiş, okullaşma stratejisi imam hatipleşme ve “ara eleman ülkesinin” meslek liselerine dönüştürülmüş. Neo liberal, tekçi, mezhepçi ve İslamcı ihtiyaçların üretim kurumu haline getirilmiştir. Bir diğeri ise “Şeriye […]

3 Mart 1924’de TBMM’de bazı “devrim kanunları” kabul edildi.

Bunlardan “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”, şeriatı temel alan eğitim yerine, bilimsel ve eleştirel aklı temel alan eğitim hedeflemişti.

Bugün eğitim dinselleştirilmiş, okullaşma stratejisi imam hatipleşme ve “ara eleman ülkesinin” meslek liselerine dönüştürülmüş. Neo liberal, tekçi, mezhepçi ve İslamcı ihtiyaçların üretim kurumu haline getirilmiştir.

Bir diğeri ise “Şeriye ve Evkaf Vekaleti”nin kaldırılmasıdır. Bu kurum ise kişiler arası, toplumsal ve sosyal ilişkileri İslam dini ve şeriat kurallarına göre düzenleyen bir tür fetva ve ceza bakanlığıydı. “Şeriye ve Evkaf Vekaleti” ve Halifeliğin kaldırılması ile birlikte “modern hukukun” önünü açması bekleniyordu.

Peki bugün durum ne? Gözardı edilen 95 yıllık süreçte, “Şeriye ve Evkaf Vekaleti” yerine kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ve 13 Mart 1975 yılından kurulan Türk Diyanet Vakfı (TDV) 95 yıl önce çıkarılan bu devrim yasasını işlevsiz kıldı. Laiklik karşıtı mezhepçi, tekçi yapı haline geldi.

Özellikle DİB’in son 16 yıldaki değişimi, etki, müdahale ve yetki alanlarına bakıldığında tekrar “Şeriye Vekaleti” haline dönüşmüştür. Öyle ki, mahkemeler bile gayri müslimlerin inanç özgürlüğü ya da Alevilerin “Cemevlerinin tanınması“ konusunda açtığı davalarda DİB’e “görüş” sormaktadır. DİB’in yargıya verdiği “bilirkişi görüşleri” kesin hüküm niteliğinde.

Türkiye’yi “laik” görenler, bu gerçekle yüzleşmek yerine, “Türkiye laiktir, laik kalacak” gibi hamaset ile olmayanı korumaya devam ediyorlar.

Türkiye’de din ve devlet ilişkilerindeki radikal değişimleri göz ardı etmek, siyasal İslamcı hegemonyaya hizmet etmektir. Çünkü dönüşümler laiklik değil, gericilik lehine gelişti.

Devlet tekelinde din, siyaseti de dinselleştirdi. Bugün TBMM’de tüm partilerin dini istismar etmesi bile, laikliği önemsemediklerinin temel göstergesidir.

Bugün kamu kurum ve hizmetlerindeki hukuksal düzenlemeler siyasal İslamcılığın devlet tekelinde kurumsallaşarak hegemonya kurmasına hizmet ediyor.

Özellikle de 1948’lerden itibaren adım adım başlayan, 12 Eylül ve 16 yıllık AKP dönemindeki dinselleşme süreci izlenmelidir. Bunlar 3 Mart 1924 tarihli “devrim yasalarının” rövanşı niteliğindedir.

İslamcı cemaat vakıfları ve DİB ile yapılan “İş Birliği Protokolleri” ile eğitim, dinselleştirilmiştir.

Dinin kurumsallaştırıldığı ülkelerde, laiklik kurumsallaşamaz. Türkiye’de din bizzat kamu kurumları, kamu bütçesi ve kamu personeli eliyle Sünni-Hanefi mezhebi üzerinde inşa edilmiştir.

Osmanlıdan beri süregelen Şeyhülislamlık makamı devam ediyor. Diyanet artık, caminin dışına çıkarak 4-6 yaş çocuklara kadar yönelmiştir. Aynı zamanda iktidarın siyasi büroları gibi çalışmaktadırlar. Çünkü İslamcılık, iradenin yönlendirildiği bir toplum modeli arzuluyor.

İslamcılık dün olduğu gibi, bugün de hegemonya kurma sürecinde sırtını neoliberalizme ve devletin kamusal gücüne yaslıyor. Bununla hepimizin köklü bir yüzleşmeye ihtiyacı vardır.

Özetle ifade edecek olursak, devrim yasaları Türkiye’de devleti, siyaseti değil, halkın önemli bir kesimini laikleştirmiştir!

Devlet laik olmadığı için, hem laikliğe hem halka hem de dine zarar vermeye devam ediyor. Dolayısıyla korunması değil, kazanılması gereken bir laiklik ve demokratik cumhuriyet talebi vardır