Hasat dönemleri devletin çiftçiye verdiği değeri görünürleştiren bir turnusol kağıdı niteliği taşıyor. Alım fiyatlarından, pazar erişimine, desteklemelerden kota ve kontenjanlara, iklim krizinden ithalat ve ihracat politikalarına uzanan dağ gibi olmuş sorunlar bir bir kendini hatırlatırken üreticiler şirketler karşısında yalnız bırakılmanın çaresizliğiyle boğuşuyor. 

Yeryüzünün şimdiye kadar kaydedilen en sıcak günlerine şahitlik ettiğimiz bugünlerde doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine ülkenin her yerinde emeklerini hasat eden çiftçilerin baş başa bırakıldığı kimi sorunlar, hasat dönemini kutlanır olmaktan uzaklaştırarak çaresizliğe sıkıştıran sorunların çözümü için kapitalist gıda sisteminde köklü bir değişim gereğini bir kez daha hatırlatıyor.

Bir zamanlar çiftçinin kara gün dostu TMO ve buğday alımları örneğin, bugünlerde önemli bir sorun başlığı oluşturuyor. Buğday alım fiyatları haziran başı açıklanmıştı. Buna göre TMO çiftçilere kilogram başına 8.25 lira vermeyi ve tüm mahsulünü almayı taahhüt etmişti. Çiftçiler bu taahhütte güvenerek hazırlıklarını yaptılar. 

Zira TÜİK’in dış ticaret verilerine göre buğday üretimi açısından verimli olarak nitelenen 2023’ün ilk 5 ayında Türkiye toplam 6.5 milyon ton ekmeklik buğday ithal etmişti. Bu, iç piyasada fiyatların TMO alım fiyatlarının altında kalması anlamını taşıyordu. Dolayısıyla TMO’nun alım fiyatını makul kılıyordu. Fakat çelişki bu ya, hasat dönemine gelinene kadar TMO depolarını ithal buğday ile doldurmuştu bile.

***

Hasat dönemindeyse çiftçiler TMO’dan da randevu alamamaktan yakınır hale geldiler. Sosyal medyaya da yansıdığı gibi randevu sisteminde yaşanan sorunlar sanayici tarafından fırsata çevrildi. Çiftçiler şirketlere 5 ila 8 lira arasında zararına satış yapmak zorunda kaldılar... Aslında bu durumu çiftçinin sorunlarla baş başa kalması olarak adlandırmak hafif kalır. Bu, bir zamanlar buğday fiyatlarını üreticiler ve tüketiciler lehine düzenleme amacıyla kurulan TMO’nun bu kamucu niteliğini kaybetmesinin; neoliberal özelleştirme politikalarının hesaplanan bir sonucu. 

TMO artık “çiftçinin kara gün dostu” değil. Hükümetin tarım ve gıda politikalarıyla eşgüdümlü biçimde, ithalatçı ve ihracatçı piyasalar lehine davranan bir kuruma dönüşmüş durumda. Bunun bir başka göstergesi TMO’nun işlevindeki bu dönüşümle el ele bir biçimde ülkemizde buğday üretimi de yıldan yıla azalıyor olmasında kendini gösteriyor. 

TİGEM verileri 2015 yılında 347 bin 100 ton olan buğday üretiminin, 2022 yılında 273 bin 684 tona kadar düştüğünü söylüyor. Öte yandan ithalat ve ihracat ise artıyor. 2003’ten 2022’ye kadar yaklaşık 87 milyon ton buğday ithal edilirken, 2022 hasat döneminde üretimin 19,8, ithalatın ise 12 milyon ton olarak gerçekleştiği ifade ediliyor.

Böyle bir tabloda TMO da taahhüt ettiği fiyattan alımlar için randevu vermeyince sorunun göz göre göre büyütüldüğü berraklaşıyor. Çiftçilerin üretim ve yaşam koşulları sanayicinin, ithalatçının, ihracatçının çıkarlarına göre biçimlenir hale getiriliyor. Diğer yandan buğday üretiminin azalıp ithalatının artması bu temel besin kaynağına tüketicilerin erişimini de güçleştiriyor. Öyle ki geçtiğimiz sene uzayan ucuz ekmek kuyrukları bile neredeyse lükse dönüşüyor.

***

Üreticileri şirketlere düşük fiyata ürün vermeye zorlayan en önemli koşul ise banka, elektrik, su vb. borçlar. Geçtiğimiz gün Viranşehir’de çiftçilerin gözaltına alındığı haberini görmüşsünüzdür. Köylerine elektrik ve su verilmediği için eylem yapan çiftçilerdi. Kesintinin sebebi ödenmeyen borçlardı. Çiftçinin borç ödemek için ürününü hasat etmesi gerekiyordu. Fakat hasat vakti yaklaşınca susuz kalan topraklardaki emekleri hepten çöp edilmekle yüz yüze kaldı. 

Özelleştirilmiş enerji dağıtım politikalarının sebep olduğu sorunların faturası, suya en çok ihtiyaç duyulan bu sıcak günlerde yine çiftçilere kesildi. Üstelik her yerde iklim krizi nedeniyle yaşanan ani ısı değişimleri çiftçilerin üretim süreçlerini sekteye uğratırken… 

Gerek TMO’nun alım politikaları, gerek borçlar, enerji politikaları, gerekse de iklim krizi… bir zamanlar kutlanan hasat dönemlerinin yerini dertlerin aldığını; hasadın sektörel bir bakış açısıyla kısa vadeli ve özel çıkarlara indirgenen politikalarla nasıl da içinden çıkılmaz hale getirildiğini gösteriyor.