Onlar sokağın işçileri. Çöplerimizi ayrıştıranlar. Atık toplayan “Geri Dönüşüm İşçileri”…

Onlar sokağın işçileri. Çöplerimizi ayrıştıranlar. Atık toplayan “Geri Dönüşüm İşçileri”…

Sokağın ötekileştirmesine, devletin dışlamasına, kaldırımdakilerin horlamasına karşı: “Biz buradayız,  görünürdeyiz,  işçiyiz” diyorlar. Örgütleniyorlar.

Atık yüklü çekçekleriyle 1 Mayıs’ta sömürülen emeklerinin ve alınterlerinin hesabını soruyorlar.

Onlar “Çöpünü söyle sana kim olduğunu söyleyeyim” diyenler.

“Çöp” ya da “İşe yaramaz” diye kapı önüne bırakılan atıklardan açlık sınırındaki hayatlarını kazanıyorlar.

Sokakta gözlerimizi kaçırdığımız için “görünmez” binlerce kadın, erkek ve çocuk.

Sayıları 500 bin civarında. Sadece Ankara’da 7-8 bin Geri Dönüşüm İşçisi var.

Buradalar, aramızdalar ve görebilen için görünürdeler.

Sokak sokak çöp konteynerlerinin ve atıkların peşindeler.

Çekçekleriyle yani topladıkları çöpleri doldurdukları büyük torbalı yük arabalarıyla aramızdalar.

Maaşlı işçi değiller. Ne kadar atık, o kadar yevmiye!

Meslekleri devlete göre tanımsız.

Kendileri için meslekleri var: “Geri Dönüşüm İşçileri”

Almanya ve İsviçre gibi Avrupa ülkelerinde meslekleri tanımlanmış iken Türkiye’de halen tanımsızlar ve yasaklılar!

Çekçeklerine doldurdukları atıklarında artı değerleri, alınterleri, ekmekleri var.

Dertleri de çok.

Sokaktaki bakışların ayrımcı ve itibarsızlaştıran dili hep üzerlerinde. Yaptıkları iş değersizleştiriliyor. Gündüz onlara “çöpçü” “sokak toplayıcısı” diye bakan gözler, gece “hırsız” yaftasını yapıştırıyor.

Belediyeler ve zabıtalar ayrı dert. Yaptıkları işler “görüntü kirliliği”,”kaçak çöp avcıları” ve “kayıtdışı ekonomik faaliyet”gibi gösterilerek engelleniyor ve yasaklanıyor.

Polis tarafından yapılan keyfi GBT sorguları ve araçlarına kesilen cezalar ise ayrı bir dert.

Geri Dönüşüm İşçileri için belki de en ağır olanı, toplumun çok büyük kısmının sadece kılık kıyafetleri ve yaptıkları iş üzerinden yargıya varıp, “bizden değiller” algısını içselleştirmeleri ve işçileri kimsesizleştirmeleridir.

Oysa onlar günlük 300 ile 400 kilo kağıt toplamak için 12-16 saat çalışıyorlar.Gün ışığıyla işe çıkıp, günün ilk saatlerine kadar atıkların peşindeler. Kimi günlük 25 TL, 40 TL kazanırken en şanslısı 70 TL kazanıyor.

Sigortasızlar. Sadece yeşil kartları var.

Güvencesizler. Kör bir kurşunla ve lüks bir arabanın altında ezilerek ölüyorlar ya da bozuk düzene isyan eden atık kağıt işçisi Mehmet Kuran gibi kentin karanlığında ilmeği boynunda asılı ölüme uyanıyorlar.

MESLEĞİN YAŞI YOK AMA HİKÂYELERİ ÇOK

Bu meslekte yaş sınırı, cinsiyet ayrımı yok.

Yaşları değişik..

7 yaşında, 17 yaşında, 30 yaşında, 60 yaşındalar..

Çocuk olmadan büyümüş ve boylarından büyük çekçeklerini, yırtılmış ayakkabılarını sürterek çeken çocuklar var. Karınca gibi heybelerinde ağırlıklarının on katı yükü sırtlanırlar,  kimsesizliği yaşadıkları sokaklarda.

Bir park kenarında kaykaydan hızlı kayıp çekçekleriyle tekrar kağıt toplamaya koyulan çocuklar, babaları, abileri ve anneleriyle birlikte çalışıyorlar.

Az ya da hiç okumamışlar.

Kimi Hakkâri’den, Gaziantep’ten, Adıyaman’dan, Urfa’dan, Ağrı’dan, Şırnak’tan, Diyarbakır’dan, kimi de Suriye’den geliyor.

Hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değil.

Her birinin farklı göç ve hayat hikâyeleri var..

Kimi geçmişten gelen tarım hayvancılık politikalarının çökmesi sonucu, ekonomik sebepli göçle gelmiş.

Kimi köy koruyuculuğu yapmış.

Kimisi devletin boşalttığı köylerden zorla yerinden edilmiş.

Suriye’deki, Kürdistan’daki savaştan kaçanlar...

Ve işsizliğin ve yoksulluğun pençesinden kurtulmak için büyük kentler kadar uzanan acı hikayelerin insanları.          

Şimdi kentlerdeler ve çöp toplayarak ekmeklerini kazanıyorlar. Mahalleler ve sokaklar onların işyerleri.

Yoksulluklarını ya da yoksunluklarını istismar etmiyorlar. Ekmeği çöpten çıkartıyorlar.

“Meslek tanımımız yok ama meslek hastalığımız var” diyorlar, Aziz Nesin’in “Yaşar ne yaşar, ne yaşamaz” misali. Meslek tanımları yok ama ‘’kaçak toplama’’ üzerinden meslek cezası alıyorlar.