Lafı hiç dolandırmayalım, bu ülkede yaşadığımız felaketlerin hesabını sormak istediğinizde, her kim size siyaset yapmayın diye ahkam kesiyorsa, o bu kahrolası kirli düzenin bilerek ya da bilmeyerek destekçisi konumundadır.

Gerçeğin üstünün kapatılmasına, sorumluların arsızca koltuğunda oturmasına, çıkar ittifakının sürmesine dolaylı yoldan hizmet etmektedir. Zira Soma’dan Ermenek’e, Aladağ’dan Çorlu’ya ve daha dün Ankara’ya içimizi dağlayan, yüreğimizi burkan tüm ölümlerin arkasında bir siyaset biçimi saklıdır ve o “siyaset” ile karşı karşıya gelmeden, onu alaşağı etmeyi hedeflemeden kurulan her taziye cümlesi naiflikten, her sabır dileği ikiyüzlülükten ibarettir.

AKP’si, MHP’si gündem değiştirmek için her yolu denerken, ekonomik krizi halktan kaçırmaya gayret ederken, kokuşmuş bu sistemi boş vaatler paketine sararken aslında tabanda biriken öfkenin, mayalanan huzursuzluğun ve bıkmışlığın farkında. Farkında ama “öcüsünü” yanlış yerde arıyor. Fransa’daki Sarı Yelekliler’e bakıp aman o dalga Taksim’e, Kızılay’a, Gündoğdu meydanına ulaşır mı korkusuyla tehditlerini sıralıyor. İçişleri Bakanlığı işi gücü bırakıp sarı yeleklerin üretimi, satışı artmış mı onu araştırıyor. Saray’dan talimatla savcılar Gezi dosyasını yeniden açıp “ön aldığını” düşünüyor, iktidar sözcüleri nefret kusan yandaşların sırtını sıvazlıyor. Belli ki kamuoyu önünde bilinen birkaç ismi pasifize etmenin, kent merkezlerinin abluka altına almanın, kentli laik kitleleri hareketsiz kılma çabasının memnuniyetsizliği dindirmekte yeterli olduğunu düşünüyorlar. Halbuki Türkiye’nin “sarı yeleklileri” çoktandır sokaklarda.

İktidar medyası gözlerden ırak tutsa da ana akım siyaset sandık hesaplarına gömülüp yaşananlara omuz silkse de memleketin dört bir yanında hakkını arayan emekçiler yeleklerini üstlerine giydiler. Flormar işçileri 200’ü aşkın gündür orada direniyor, Real işçileri 17 aydır, Reysaş işçileri yaklaşık bir aydır örgütlenme haklarına sahip çıkmak için sokaklarda. Ücretini alamayan TOKİ işçilerinden Kütahya’daki maden işçilerine yüzlercesi şantiyeleri, işyerlerini grev alanına çevirmiş durumda. Kimi vinç kimi inşaat tepesinde seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Yalnız işçiler de değil HES’lere, JES’lere, taşocaklarına karşı Ege’den Doğu Karadeniz’e köylüler; yeşil alanına, parkına göz dikilen mahalleliler isyanda.

Bardağı taşırmak için su dökenler ise ne Sorosçular ne de sosyal medya fenomenleri. Her fırsatta karşısında polisi, jandarmayı gören Anadolu insanının cebinde onurundan başka bir şeyi yok. İktidar öfkeyi kabartan bir neden arıyorsa, asgari ücrete insanca yaşam için gerekli olan artışa direnen vekillere, kulis yapan yandaş patronlara ya da halka tasarruf öğütleri verirken Meclis’e onlarca yeni lüks araba alanlara bakabilir. YHT “kazası”ndan sonra hesabını kilitleyen, sonra da profil resmini Türk bayrağı yaparak kendini akladığını düşünen TCDD müdürüne, Kızılcaköy’de köylü kadınlara “bir şey olmaz ya biber gazından” diyen vali yardımcısına başvurabilir. O vekilleri, müdürleri, bürokratları aynı kibir hattında tutan “siyaset” göz göre göre gelen cinayetlere, facialara fıtrat, kader diyen devletin zirvesinin siyasetidir.

Soru orta yerde duruyor. Meclis’te sandalyesi olan muhalefet sözünü ettiğimiz memnuniyetsiz ve öfkeli milyonlarla temas kurabilecek mi? Onlara politik bir seçenek olabilecek mi? Yoksa kendi kısır gündeminde debelenmeye devam mı edecek? Şu anda tüm göstergeler sonuncusundan yana. Çünkü Meclis’teki muhalefet en az iktidar kadar “sarı yeleklileri” yanlış yerde arıyor. Tam da bu nedenle toplumsal muhalefetin memleket sathına yayılmış parça parça direnişleri ortak zeminde bir araya getirecek güçlü bir politik iddiaya ve programa sahip olması gerekiyor.