Çünkü artık zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyin kalmadığı ortamda, tam da, bizleri köle yapmaya çalıştıkları anda, kendimizi öylesine özgür, hür hissediyoruz ki. Nâzım Hikmet gibi “Son Otobüs”e binmiş gibiyiz ve onun duygularını ve ondan ilham alarak başka bir boyutta yaşıyoruz:

Gece yarısı. Son otobüs. Biletçi kesti bileti. İyice yaklaştı bize büyük karanlık. Dünyayı telâşsız, rahat seyredebiliyoruz artık. Artık şaşırtmıyor bizleri dostun kahpeliği, elimizi sıkarken sapladığı bıçak. Nafile, artık kışkırtamıyor bizi düşman. Geçtik putların ormanından baltalayarak, ne de kolay yıkılıyorlardı. Yeniden vurduk mihenge inandığımız şeyleri, çoğu katkısız çıktı çok şükür. Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğumuz vardı, ne böylesine hür. İyice yaklaştı bize büyük karanlık. Dünyayı telâşsız, rahat seyredebiliyoruz artık. Karşımıza çıkıveriyor geçmişten bir söz, bir koku, bir el işareti. Söz dostça, koku güzel, el eden sevgilimiz. Kederlendirmiyor artık bizi hatıraların daveti. Hatıralardan şikâyetçi değiliz. Hiçbir şeyden şikâyetimiz yok zaten, yüreğimizin durup dinlenmeden kocaman bir diş gibi ağrımasından bile. İyice yaklaştı bize büyük karanlık. Artık ne kibri diktatörün, ne yanaşmalarının şakşağı. Tas tas ışık dökünüyoruz başımızdan aşağı, güneşe bakabiliyoruz gözlerimiz kamaşmadan. Ve belki, ne yazık, hatta en güzel yalan bizi kandıramıyor artık. Artık söz sarhoş edemiyor bizi, ne başkasınınki, ne kendimizinki.

• • •

Hepimiz benzer şeyler söylüyoruz.

Çünkü tehdit ve tehlike giderek netleşti. Artık hepimiz aynı şeyi görüyoruz ve o şeyin ne olduğunu biliyoruz.

Hepimiz birleşmekten ve direnmekten söz ediyoruz.

Hiçbir şey sürpriz olmuyor. Hiçbir gelişmeyi olağanüstü sayamıyoruz: Tam gaz faşist diktatörlük.

Can Dündar’a suikast girişimi bile şaşırtmıyor. İçimizi acıtıyor, dehşete düşüyoruz elbette. Ama Can gibilerin hedefte olduğunu, hedefte olduğumuzu biliyoruz.

Gamze Yücesan Özdemir dün BirGün’de şöyle yazmıştı:

“AKP’nin son dönem artan zulmü ve baskısı işçi sınıfını ve halkın büyük kesimlerini, yan yana duramayacak ve söz söyleyemeyecek şekilde tahrip etmiş, sözsüz ve eylemsiz bırakmıştır. İşçi sınıfı ortak hareket edebilmeye ve kendi sözlerini söyleyebilmeye olan inançlarını yitirmiştir ve ‘sessizce sözleri ellerinden alınmaktadır’.”

“Halkımızdan” farklı olarak kendi sözlerimiz hâlâ dillerimizde ama hiçbir söz kandıramıyor, sarhoş edemiyor bizleri, ne kendimizinki ne başkalarınınki… Ve hiçbir gelişme şaşırtmıyor artık.

Geçen hafta burada “Yalova Başbakanı” diye yazdığımda, başına geleceği de zaten biliyorduk. Darbeli matkap sürecinde olduğumuzun epeydir farkındayız. Satranç oynayacak denli aklı başında olsa, diyeceğiz ki, şah mat olmaktan kurtulmak ve sonraki hamleleri için vezirini kendisi yedirdi! Ama hem satranç zekâsından yoksun hem sadece kendi koyduğu kurallarla yani kuralsız ve kurnazca bir oyun tezgâhladığından, artık hakikaten her şey mümkündür, şah mat olmayı kabul etmeyecektir. Ama biz onu mutlaka mat edeceğiz ve bundan eminiz.

Peki, ne yapacağız, daha doğrusu ne yapmaya devam edeceğiz?

Gamze’nin, Raymond Williams’tan aktardığı gibi, “aslolan umutsuzluğu ikna edici biçimde açıklamak değil, umudu var etmektir.”

Ve en önemlisi, Nâzım Hikmet’in o şiirindeki hüzünden farklıyız:

İşte böyle kardeşler, iyice yaklaştı son kavga. Her zamankinden güzel olacak dünya. Bir tiren penceresiyiz, bir istasyonuz şimdi. Ve sıcak her zamankinden kırmızı, Haziran kızılı…