Google Play Store
App Store

İhsan Oktay Anar’ın ‘Tüylü Mikrofon’ isimli bir Youtube kanalına verdiği sokak röportajı, daha çok ‘röportaj vermemesiyle ünlü yazarın sokak röportajında belirmesi’ yönüyle ele alındı. Oysa bence röportajın asıl güzel tarafı, Anar’ın soruya verdiği cevaptı. “Evrim teorisine inanıyor musunuz?” sorusuna İhsan Oktay Anar, “Evrim teorisi inanılacak bir şey değil sadece bilimsel bir veri” diye bir kontra yapıyor ve sözlerini “Ben inanmayı değil bilmeyi tercih ederim” diye toparlıyordu. Dolayısıyla evrim teorisi adı üzerinde bir teoriydi ve inanılacak değil bilinecek bir şeydi. Biyologlar da bu teoriyi gayet gerçekçi ve kabul edilebilir bir şey olarak savunuyorlardı.

Anar’ın cümlesi, evrim teorisinden bağımsız olarak bana sosyal medyadaki ‘inanma’ refleksini hatırlattı. Oysa zaman zaman da olsa ‘inançlarımızı’ biraz geri plana atmamız şart. Ne var ki, haber medyası da çoğu kez buna olanak vermiyor. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda örnekle açıklamak istiyorum.

BİLİMDIŞI BEYANATA CEZA KÖTÜ BİR ŞEY Mİ?

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Milliyet gazetesine verdiği beyanatta gıda güvenliğiyle ilgili iddialarda bulananlara ‘yaptırım’ uygulanmasından söz etmiş. “Efendim, ‘yumurta yemeyin, kolesterol yapar’... Bu da yasal düzenlemeden geçecek. ‘Hangi bilimsel gerekçelerle bunu söylüyorsunuz?’ diyeceğiz. Açıklayamazsa bunun bir cezai yaptırımı olması lazım. Para cezası. Onu ekrana çıkaran yayıncı kuruluşa da ceza var. Gıda konularında herkes tribüne oynamayı çok seviyor. Bu, insanların söyleyeceklerini kısıtlamak asla değil ama bir yanlış yönlendirme yapılıyorsa orada bir nokta koymak lazım. Başkalarının sağlığına zarar veriyorsa orada bir durmak lazım.” Tam olarak böyle demiş Bakan Pakdemirli. Doğrusu, ‘inanmayı değil bilmeyi tercih eden’ kimsenin itiraz edemeyeceği bir açıklama bu. ‘Gıda güvenliği’ konuları yarattığı korku ve buna doğru orantılı şekilde aldığı reyting ve tıkla çok seviliyor. Bu yüzden de özellikle bazı doktorların (uzmanlık alanına bakılmaksızın) kendi reklamlarını yapmaları için de en kısa ve garantili yol. Hal böyle olunca uçuk iddialar havada uçuşuyor. Bu desteksiz sallamalar için bir ‘bilimsel gerekçe’ talep etmek de gayet mantıklı.

PEKİ, BU HABER NASIL ELE ALINDI?

Bu haberin muhalif cenahta ele alınış şekliyse gazetemiz BirGün dahil ‘Dönerde çamaşır suyu iddialarına karşı makamda deney yaptı’ tarafındandı. Haber yalan değildi. Çünkü Bakan Pakdemirli bunu da söylemişti ama habere koyulan bu çerçeve bir bilme değil ‘inanma’ çerçevesiydi. Çünkü sosyal medyada el birliğiyle bunun komik bir şey olduğu düşünülmüştü. Makamda çamaşır suyuna tavuk bandıran bir Bakan düşünüldü, şakalar yapıldı, gülündü. Bu şakalar arasında Bakan Pakdemirli’nin aynı konuşmada gıda güvenliği haberleri için “Hangi bilimsel gerekçelerle bunu söylüyorsunuz?” vurgusu kaybolup gitti. Bence haberde asıl değerli ve yapıcı olan buydu. “Samimi bulmadık” denilebilir. Ancak bu ‘bilimsel gerekçelere’ yapılan atfı görmezden gelmek için bahane değil. Geçmişte Tarım ve Orman Bakanlığı’nın ‘bilimsel gerekçelerle çelişen’ uygulaması varsa haberin içinde onu da hatırlatmak mümkün.

GAZETECİLİĞİN YENİDEN İNŞASI

Birkaç hafta önce NewsLab sitesinde Sarphan Uzunoğlu ‘The Guardian’ gazetesinin ‘yapıcı gazetecilik’ deneyiminden bahsetmişti. Geçmişte bu köşede birkaç kez ele aldığımız ‘çözüm gazeteciliği’ne yaklaşan bir perspektif bu. Uzunoğlu, yazısında The Guardian’ın yapıcı gazetecilik odaklı operasyonu The Upside’ın editörü Mark Rise-Oxley’dan şöyle aktarıyordu: “Yapıcı gazetecilik çözümlere, inisiyatiflere, yeniliklere, fark yaratan insanlara odaklanan iyimser gazeteciliktir. Gazetecinin okurları harekete geçmeye teşvik ederek daha iyiye geçiş için değişime destek olmasıdır.” Buradan yola çıkarak örneğimize dönersek, ‘gıda güvenliği’ muhalif veya yandaş olsun, toplumdaki herkesi ilgilendiren çok önemli bir konu. Yani yapıcı, çözümlere odaklanan bir gazeteciliğe hayli uygun. Bu konudaki bilgi kirliliğine karşı ‘bilimsel gerekçelerle ispat’ isteyen bir Bakan’ın, bu vurgusunu öne çıkarmaktan kimseye zarar gelmez. Üstelik bu durum, ileride Bakan’ın yanlış bir uygulamasını öne çıkardığınızda yaratacağınız etkiyi de artırır. Sosyal medyada herkes inanmak istediğine inanıyor. Ancak inanmak yerine bilmeyi tercih ederim diyeceksek gazeteciliğimiz de ona uygun olmalı, en basit sosyal medya davranışlarımız da.