İngiltere’nin AB Referandumu
İngiltere aylardır Avrupa Birliği’nden çıkalım mı çıkmayalım mı tartışmalarıyla çalkalanıyor. 23 Haziran’da, bu soruya cevap bulmak üzere referanduma gidiyoruz.
Kağıt üzerinde bu referandumun sebebi, Muhafazakâr Parti lideri David Cameron’un son milletvekili genel seçimlerinde vermiş olduğu söz. Ancak asıl mesele, uzun süren mali kriz ve onun da ötesinde bir türlü beklenen “ekonomik şahlanma”nın olmaması.
Bu olmayınca ve kemer sıkma politikaları yıllarca sürünce, oluşan gerilim ve moral bozukluğunun da etkisiyle, medya ve aşırı sağ siyasetin de katkısı sonucu, göçmenler meselesine odaklanmış bir siyasi kısır döngü ortaya çıktı. Bu kısır döngü içinde, hem Muhafazakârlar hem de İşçi Partisi aşırı sağın söylemine esir oldular.
Uluslararası dayanışma, barış içinde birlikte yaşama, toplumsal refah, sosyalizm idealleri yerine göçün kontrol edilmesi, önlenmesi, göçmen sayısının sınırlanması, puan sistemi ve benzeri nafile politika önerileri dar alanına hapsolan siyaset içinde, bu noktaya gelinmesi kaçınılmazdı.
Neredeyse bütün siyasi aktörler, son 10 yılı, ‘göçü önlemek veya sınırlamak’ ekseninde dolanan söylemlerle geçirdiler. Bunun sonucu olarak, bu dönemin başında 600 bin oy alabilen Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP), 2014-2015 seçimlerinde 4,3 milyon oy seviyelerine ulaşarak anaakım siyaset yelpazesine girdi. UKIP tipik bir aşırı sağ kitle partisi. Pek çok alanda tutarlı bir programı olmamakla birlikte, UKIP istikrarlı bir biçimde göçmen karşıtı ve buna dolayımlı olarak AB ve uluslararası birlik fikirlerine karşı bir duruşa sahip.
Birlik vatandaşlarına hareket serbestisi sağlıyor olması da, AB’nin bu dar alandaki siyasetin odağına oturmasına yol açtı. `AB’den gelen göçü engelleyemezseniz, göçü kontrol edemezsiniz` gibi basit bir önerme üzerine kurulu bu siyaset, seçmenler arasında da bir karşılık buldu.
Ancak en can alıcı nokta, bu banal siyasetin göçmenleri günah keçisi ilan etmiş olması. AB, eğer referandumdan birlikten çıkılması yönünde bir sonuç çıkarsa bir kazaya kurban olmuş olacak. Çünkü konut sıkıntısı, hayat pahalılığı, işsizlik ve aklınıza gelebilecek herşey AB’nin İngiltere’ye zararları şeklinde formüle edilir oldu.
Zaten durumdan sıkılmış olan seçmenlerin karşısına statükoyu savunan bir kampanya ile çıkıyorsunuz. Halbuki talep değişim yönünde. AB üyeliğinin devamından yana kampta, başbakan ve partisinin yarısı, İşçi Partisi’nin çoğu, Liberal Demokratlar, Yeşiller ve Galler ve İskoçya’nın ulusalcıları var. Yani, iktidar, eski iktidar ve genel olarak statüko. Bunu savunmak her daim çok zordur. Ancak kemer sıkma politikalarının yanında bir kat daha zordur.
Karşılarında ise tuhaf bir biçimde renkli bir kamp var. Ama bu kampın en önemli özelliği aşırı sağcı UKIP tarafından domine edilmesi ve değişik bir şey önermesi: AB üyeliğinden çıkış. Ülkedeki her kötülüğün sorumlusu da diğer taraf ve onların savunduğu AB. Ne istediğinden emin olmasa da “değişik bir şey olsa” diye düşünen pek çok insan için bu, olumsuz da olsa değişik opsiyon cazip gelebilir.
Referandum kampanyaları iki tarafın da bulaştığı bir çarpıtılmış veri bombardımanına ve bilgi kirliliğine yol açtı. İnsanların sıklıkla duygusal oy verdiğini düşünürsek, kasti yanıltmaların da fena bir siyasi taktik olmadığı söylenebilir. Yani söylediğiniz yalanın hesabını vermek çok ucuz. Yalanı salladığınız andaki etkiyi ne kadar düzeltme ve özür yayınlasanız da değiştirmeniz çok zor. Ayrıca ortalama seçmen hiç bir zaman akademik doğrulama yöntemlerine ve detaylı izahatlara ilgi duymuyor. İyi bir ilk izlenim için ikinci bir şansınız olmayacak.
Göç ve AB ile ilgili pek çok haklı eleştiri olsa da, AB üyeliğinin devamı, pek çok açıdan çoğumuzun yararına. Özellikle de göçmenler ve göçmen kökenliler için en basitinden AB içinde seyahat özgürlüğü önemli. Çünkü çok sayıda göçmenin akrabaları, eşi dostu farklı AB ülkelerinde yaşıyor. Olası vize uygulamaları eş dost ziyaretlerini burnumuzdan getirebilir. Yine göçmenlerin ağırlıklı çalıştığı alt ekonomi alanlarında AB içi serbest ticaret ve transferlerin de önemi büyük.
Daha genel düzeyde ise, AB üyeliğinden çıktığımız anda başbaşa kalacağımız iki temel tehlike var: Birincisi insan hakları, eşitlik ve çalışma hayatı ve refah yardımları gibi alanları düzenleyen kanunlar ve direktiflerin gözden çıkarılması. Örneğin, Muhazafakarlar uzun süredir terör vs bahanesiyle insan hakları kanununu iptal etmeyi dillendiriyor.
İkinci tehlike ise olası gümrük sınırlamalarının ve ekonominin küçülmesi sonucu gelebilecek ekstra kemer sıkma politikalarının “en alttakiler” açısından sonuçları.
AB kurumlarının bugün olduğundan daha fazla demokratikleşmesi gerekli ve mümkün. Ama muhafazakâr ve ırkçıların kumarına ortak olmak için bir nedenimiz yok. Demokratik ve daha iyi bir Avrupa ve Dünya ancak Avrupalı dostlarımızla mümkün. 23 Haziran’da oyunuzu AB üyesi bir İngiltere için kullanmayı unutmayın.
İyi pazarlar ve bol şanslar.