Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda AKP’li Konya Büyükşehir Belediyesi Sahipsiz Hayvan Bakımevi’nde bir rezalete, sokak hayvanlarına yönelik sistematik şiddetin en vahşi haline tanıklık etmiştik. Bu sistematik şiddeti mümkün kılan faktörler o günden bu yana çözümsüz bırakıldı ve derinleşti. Hayvanlar daha fazla nefrete ve şiddete maruz bırakıldı. Toplum da bundan nasibini almayı sürdürüyor.

Gerek hayvanlara gerekse de insanlara yönelik şiddeti derinleştiren şey kamu kuruluşlarının görevlerini yerine getirmemesi veya görevlerini kötüye kullanması. Yerel yönetimler ve bakanlıklar, sokakta ve yabanda yaşayan hayvanların korunması için gerekenleri yapmıyor. Aksine yaban hayat kentleşme politikalarıyla sürekli bir biçimde tahrip ediliyor. Yaşam alanı kalmayan yaban daha çok kente geliyor. Sokak hayvanları aşılanıp kısırlaştırılmıyor. Kentteki aşısız, kısırlaştırılmamış sokak hayvanı popülasyonu artıyor. Yaşam koşulları hem hayvanlar hem de insanlar için zorlaşıyor. Neticede kamu kuruluşları eliyle üretilen bir toplumsal sorun gün geçtikçe büyüyor.

∗∗∗

Yerel yönetimler ve bakanlıklar yerine getirmedikleri görevlerini gizlemek için el ele verip hayvanları düşmanlaştırıyor. Hayvanlar için daha büyük barınaklar kurma, kısırlaştırma için ihale açma gibi kimi akla ve kamuya zarar projelerle toplumsal kutuplaşmayı ve rantçı zihniyeti besliyorlar. Şu çok açık ve net ki kamu kuruluşları rantı tercih etmekten ziyade yasal görevlerini yerine getirselerdi bugün ne çocuklar ve aileler korkar ne de hayvanlar düşmanlaştırıl ve bunca şiddete maruz bırakılırdı.

Dahası, kamu kuruluşlarının yetkilerini kötüye kullanmakta ısrarcı oldukları da bir başka gerçek olarak karşımızda duruyor. Konya’daki şiddeti tanıklık ettiklerimiz arasında en vahşi kılan koşulların başında barınakların tecrit niteliği geliyor. Ülkemizde onlarca barınakta binlerce hayvan sevgisiz ve bakımsız, nefret ve şiddete maruz bir yaşam sürüyor. Bu anlamda sokak hayvanları üzerinden yürütülen tartışma iktidarın kamusal alan tahayyülünü birçok yanıyla yansıtan bir nitelik taşıyor. Hatta sadece iktidarın da değil, ülkenin örnek gösterilen muhalefet il ve ilçe belediyelerinin de bu görevi layıkıyla, yaşam hakkından yana biçimde yerine getirmemekte ısrarcı olduklarını görüyoruz.

∗∗∗

“Bir köpeğin saldırması politiktir” demiş Önder Algedik. Çok güzel özetlemiş. “Köpekler en sevecen hayvanlardan; ihtiyaçları sevgi, güvenli alan, bakım. Bunların sağlandığı mahallelerde köpekler ve insanlar sevgi içinde yaşıyor. Bir çocuğun yaralandığı olayın Keçiören Belediyesi’nde olması da tesadüf değil” demiş Aslı Alpar. Çok güzel söylemiş. Birbirini tamamlamış iki cümle. Çocuğun ısırılması köpeğe yaşanabilir bir çevre sunmak yerine ateşli silahla öldüren kent politikasının bir sonucu. Hayvanları kısırlaştırmak yerine onlarca kat daha pahalı bir barınak için ihale açan rantçı belediyeciliğin; sevgisiz, güvensiz, bakımsız mahallelerin sonucudur.

Tüm bunlar hayvanlara yönelik şiddeti nasıl bir kent yaşamı hayal ettiğimiz sorusunun merkezine yerleştiriyor. Bu bağlamda bugünün koşullarında sokak hayvanlarına; sokak hayvanlarının insanlarla paylaştıkları sokaklarda güvenli bir yaşam sürme haklarına sahip çıkmak kendini ilerici addeden herkes için önemli bir kamusal sorumluluk halini alıyor.

∗∗∗

Bu sorumluluk, denetlenebilir, insanca ve ekolojik bir kent yaşamı kurma hayalini ifade ediyor. Acıları rant kapısı haline getiren kamuculuk anlayışına itirazın bir parçası olarak düşünmek gerekiyor. Hayvanların düşmanlaştırılmasına, nefret objesine dönüşmesine izin vermemeyi gerektiriyor. Hayvanların saldırısına maruz kalan insanların acılarını paylaşmanın ve bu acıların tekrar etmemesinin tek yolu bu talebi kamusal sorumluluk olarak benimsemekten; sevgi ve güven içinde sokaklar, mahalleler, kentler yaratmaktan geçiyor.