İnsan hakları haftasında, insana ve haklarına dair ne yazmalı ? Peki nasıl yazmalı? Çünkü insanı ve haklarını yazmak hem aşk, hem hak, hem de politiktir.

Yeryüzü ve gökyüzü egemenliklerine karşı borçlu bırakılmış, biat etmediğinde ise suçlu kılınmış insanı ve hakları nasıl yazmalı?

İnsanı, onurunu ve haklarının ayaklar altına alındığı bu rezil dünya da hakikat nasıl dile gelmelidir?

Payına “borçlular” ve “suçlular” listesine düşmüş insan nasıl anlatılır ki? Yazarken bile zorlandığınız, borçlandığınız ve suçlandığınız bir konu. Yine de insanı yazmalı.. Kalbin gözünü, vicdanın dilini mürekkep edip yazmalı.

19.yüzyılda tanrıyı, 21. yüzyılda da insanı öldürdüğümüzden beri, insanı ve haklarını özler hale geldik. İnsanı, onurunu ve haklarını unutmaya başladığımız dünyadayız. “İnsan dedikleri de kim” diye sormayı da unuttuk.

Oysa insan, 16. yüzyılın başlarında Muhyiddin Abdal’ın bir nefes olup, “İnsan insan derler idi/İnsan nedir şimdi bildim/Can can deyu söylerlerdi/Ben can nedir şimdi bildim” diye dile getirdiği can’dan başkası değildi.

Makineye, iktidara, makama, paraya, hırsa bağlananlar, “insan insan dedikleri kim” diye sormayı unuttu. Sadece sormayı değil, savaşlarını da insana karşı açtılar.

Oysa; insan candır, insan haktır ve sevdadır. Keramettin kendisi ve emeğin yaratıcısıdır. Kalbindeki atışlarında sevgiyi, hasreti, özlemi, aşkı, vicdanı ve hakkı öğretendir.

Hak insandadır. Ama hak insana bırakılmamıştır. İnsan unuttuğumuzdur. Canına, malına, onuruna ve hakkına okuduğumuzdur. Suçlu, borçlu kılıp, kurban seçtiğimizdir. İnsan aslında kimsesizdir. Yalnızlaştırdığımız dipsiz kuyudur.

Elimizi kalbindeki atışlara koymadığımızdır. Sofrasında yavanlaşan lokmasını görmediğimizdir.

Kim mi İnsan?

Yoksunluktan, yoksulluktan, açlıktan ve çaresizlikten kalbine dökülen gözyaşlarını silemediklerimizdir. Aç yatırdıkları çocuklarını seyrederken, hıçkırıklı ağlamalarını durduramayanlardır.

Düşünme hakkını ve muhabbetini öldürüp, iç konuşmalarına mahkûm ettiğimizdir. Nefes alıp verdiğine sevinmek yerine, şehitliklerine kutsallık atfedip, nutuklar çektiğimizdir.

İnsan, iktidar hırsları için “benden yana mısın değil misin” derinliğinde kurulan sahte dostluklarla, sandıklara atılan oy sayısıdır. Havaya kaldırılan ellerdir.

Hayallerini, hazlarını, huzurlarını, “devlet ve milli irade” adına yok ettiğimiz, itiraz edenleri de “suçlu” ilan ettiğimiz çocuklar, gençler ve yaşlılardır.

Doğarken attığı ilk çığlığı duymadığımız, Hakka yürüdüğünde verdiği son nefesini koklamadıklarımızdır.

Denizlerin derinliklerinde mezarsız ve kefensiz yatan binlerce mültecinin bedenleridir. Bedenleri seks ve fabrika atölyelerinde satılık çocuklardır.

Zordur insan olmak. Boşa söylememiş Bertolt Brecht “insan olmak büyük iştir; bütün bir yaşam bile bu işe yetmeyecektir” diye.

İnsan Kim mi?

Haklarını borçlandığımız değil, ömür boyu suçluymuş gibi borçlandırdıklarımızdır. İtaat ve teslimiyet için kutsal kurbanlardır.

Canlılar içinde tek borçlu ve suçlu olan insandır. Borçlu ve suçlu olmak kolay değildir. Tanrıya kulluk ile borçlandırılmanız yetmez, bir dini ne iman ile borçlanırsınız. Gökyüzü ve yeryüzü dünyasının tanrılarına itaat edip ya kutsalların ya da lanetlenmişlerin sınıfına dahil olursunuz.

Yetmez...

Devlete vergi borçlusu olursunuz. Hayat boyudur bitmez. Ölsen bile kurtuluş yok, arkadan cenaze vergisi alırlar.

Asker olur, vatan borcu ödersin.

Patrona mesai borçlusudur insan. Emeğiyle ödemek zorunda kalır.

Çok basit bir şeyden bahsetmiyoruz. İnsan, onuru ve haklarından bahsediyoruz.

Resmi belgeler “her insan, temel haklara sahiptir” diye yazar. Ama sadece yazar. O kadar.

Ama okumasını ve uygulamasını bilen devlet ve din yoktur.

İnsana ait temel evrensel insan ve çocuk hakları, özel bir ayrıcalıktan ziyade kazanılmış "insan hakları" olarak bilinir.

Ne insanlık, ne haklar bir “izne” tabi değildir ve izin verilerek yaşanmaz. Bunlar, insan insan, haklar da hak olduğu için yaşanır.

Çünkü insan hakta, hak insandır.

Başka hiç bir güç ve irade bunun üzerinden söz söyleme ve yetki kullanma hakkına sahip değildir. Çünkü bunlar insan haklarının evrensel değerleridir ve ilkeleridir.

İnsan hakkı, hakta insanı korur.

Doğuştan kazanılmış haklar gibi, insanın ağır bedeller ödeyerek, insanı ve onurunu her türlü zararlardan, ayrımcılıktan, adaletsizlikten, zulümden korumak için kazandığı hakları vardır.

Bu haklar, insanların barış ve huzur içinde, eşit haklarla ve eşit insan olarak bir arada yaşaması içindir. Barış, eşitlik ve hak talebinin suçlandığı yeryüzü dünyası, insan ve haklar zindanlığına dönüşüyor.

Haklar zindandaysa, insan hakları da yoktur. İnsan insan dedikleri hakları ile vardır. Hak yoksa, ayrımcılık, adaletsizlik, baskı, zulüm, işkence, yoksulluk, açlık ve modern kölelik vardır.

İnsana Dayatılan ve Öğretilen Modern Köleliktir.

İnsan ve hak ihlalleri mezarlığına dönüşmüş dünyada, insanın tek borcu kendi geleceğine dair mücadeleye olmalı.

İnsanı ve haklarını zalimce kuşatanların, körleşmeyi, sağırlaşmayı ve dilsizleşmeyi vaaz eden, insanı siyasal, dinsel, ekonomik ve düşünsel köleleşme çağrılarına, Muhyiddin Abdal’ın nefesiyle, “İnsan insan derler idi/İnsan nedir şimdi bildim/Can can deyu söylerlerdi/Ben can nedir şimdi bildim” demektir.


NOT: Bu yazının ardından Fazıl Say’ın bestesi ve Muhyiddin Abdal’ın sözlerinden „İnsan İnsan Dedikleri“ eseri dinlemenizi salık veririm.