Biz içerideki sorunlarla boğuşurken uluslararası siyasette yaşanan gelişmeler baş döndürücü. Kurulan ittifaklar, sağlamlaştırılan cephe hatları, çalınan roller... Kaçınılmaz "büyük kapışma"ya doğru yapılan tahkimatların çarpan etkisi söz konusu. Son bir kaç günde olanlara bakmak dahi jeopolitik denklemde yaşananların boyutunu anlamak açısından bir fikir veriyor.

1) Çin’in İran-Suudi Arabistan anlaşması

Ortadoğu’nun iki hasım gücü İran ve Suudi Arabistan Çin’in girişimiyle yedi yıldır kopmuş olan ilişkileri yeniden kurma konusunda anlaştı. Cuma günkü anlaşma pek çok açıdan önemli. İlk kez Çin, Ortadoğu’da bu derece inisiyatif alırken ABD’nin yarattığı boşluğu doldurmuş oldu. Çin lideri Xi Jinping’in üçüncü döneminin başlamasıyla aynı zamana denk gelen anlaşma Pekin’in Ortadoğu’da ekonomik ilişkiler kurmanın ötesinde siyasi nüfuz peşinde koştuğunun da göstergesi. ABD’nin aksine Çin’in Ortadoğu’nun tamamıyla yakın, bazı ülkelerle ise "özel" ilişkileri var. ABD’nin ise İran ve Suriye ile ilişkisi yok. Çin, yirmi yıldır bölgede siyasi nüfuzunu istikrarlı bir şekilde artırıyor. Xi’nin Aralık ayında Riyad’a yaptığı ziyaret, İran Cumhurbaşkanı Ebrahim Raisi’nin geçen ay Pekin’e yaptığı ziyaret dikkat çekiciydi. Anlaşma esasında Irak ve Umman’ın arabuluculuğuyla başlasa da Çin’in devreye girmesiyle meyvesini verdi. Suudi Arabistan’ın İran’la barışması ABD’den bir kopuş ya da bağımsız bir dış politika izleyeceği anlamına gelmiyor elbette ki. Kendi çıkarları için bir “denge” izlemeye çalışıyor. Suudi Arabistan aynı anda birkaç el oynuyor. İran ile Suudi Arabistan arasında yedi yıl aradan sonra diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması elbette ki ne bir devrin sonu ne de bir devrin başlangıcı. Çin’in Suudi-İran diplomatik bağlarını yeniden tesis etmeye dahil olduğunun duyurulması, Ortadoğu diplomasisinin her zaman Washington’dan geçmediğini gösteriyor. Son petrol krizinde de Suudiler ve diğer Arap ülkeleri ABD Başkan Biden’ın üretimi artırma taleplerine rağmen kota indirimine gitmişti. Çin’in bu anlaşmadaki rolü, Ortadoğu’daki ABD hâkimiyetine meydan okumanın ilk işareti olabilir. Üstelik Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişkileri oldukça kırılgan bir yapıya sahip. Ancak ne olursa olsun Ortadoğu'da yeni bir denge oluşmuş duurmda. Anlaşmanın çarpan etkisi yaratacağı muhakkak. Suudiler'in hemen ardından Bahreyn'in de Tahran ile kopan ilişkileri yeniden tesis edeceğini açıklaması bunun göstergesi.

2) Anglo-Saksonların AUKUS zirvesi

Diğer taraftan İran’ın nükleer güç sahibi olmasını savaş sebebi sayan Anglo-Sakson emperyalizmi Avustralya’yı nükleer güç yapmaktan imtina etmiyor. ABD, İngiltere ve Avustralya liderleri, Avustralya’nın nükleer denizaltıya sahip olması ve nükleer denizaltılarda kullanılan teknolojinin paylaşılmasını içeren AUKUS anlaşması kapsamında izlenecek yol haritasını açıkladı. ABD Başkanı Joe Biden, Avustralya Başbakanı Anthony Albanese ve İngiltere Başbakanı Rishi Sunak'ın AUKUS Anlaşması kapsamında California eyaletinin San Diego kentindeki zirvesinde açıklanan plan ile Avustralya, "nükleer güce" ulaşmadan önce nükleer denizaltılara kavuşacak ilk ülke olacak. Bu açıkça Çin'e ve dünyanın geri kalan kısmına bir meydan okumaydı. İngiltere Başbakanı Rishi Sunak bu niyeti saklamadı da. Çin’in "dünya düzenine karşı bir meydan okumayı temsil ettiğini" söyleyerek, asıl hedefi belli etti. Hedefteki ülke Çin ise anlaşmaya tepkili. AUKUS anlaşmasını Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nın ihlali olarak görüyor. Pekin, nükleer silah malzemelerinin nükleer silahlara sahip bir ülkeden nükleer silahlara sahip olmayan bir ülkeye taşınmasını bu anlaşmanın açık ihlali olduğu görüşünde ve ABD, İngiltere ve Avustralya’yı Soğuk Savaş ve sıfır toplamlı oyun zihniyetinden çıkmaya çağırdı. Çin'i Hint-Pasifik'te sıkıştırmak istene Anglo-Sakson İttifakı gözünü karartmış görünüyor. Nükleer güç sahibi yapacakları Avustralya'yı cepheye sürme niyetindeler. Pasifik hattında biriken enerjinin çatışmaya dönüşerek dünyayı ateş kazanına atması işten bile değil.

3) Moskova’nın 4’lediği Suriye masası

ABD ile Çin arasındaki jeo politik çekişme her alanda kendisini iyiden iyiye hissettirmeye başlarken Ukrayna savaşına saplannan Rusya da küresel siyaset sahnesinde, özellikle de Ortadoğu’da oyun kurmaya devam ediyor. Ankara’yı Şam yönetimi ile görüşmeye iten Moskova, Tahran’ı da Suriye masasına eklemledi. Türkiye, Rusya, Suriye ve İran arasında dışişleri bakan yardımcıları düzeyinde gerçekleştirilecek dörtlü zirve bugün Moskova’da gerçekleştirilecek. Aynı saatlerde Suriye lideri Beşar Esad da Kremlin'de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya gelecek. Suriye sahasında olası bir boşluğa izin vermek istemeyen Putin yönetimi, burada elde ettiği motivasyonu bölgenin geneline yayma niyetinde. Bir tarafta Balkanlar’da tuttuğu yeri tahkim etmek isteyen Kremlin diğer taraftan da Batı Afrika’da da etkinliğini artırıyor. Afrika’da Fransa’dan doğan boşluğu dolduran aktörlerin başında gelen Rusya, Batı dünyasına farklı cephelerde yanıtlar vermeyi sürdürüyor.

Hint-Pasifik'ten Ortadoğu'ya biriken enerji

Tek hegemon ABD'den yeni çok kutuplu dünya düzenine yol alınırken eski hegemonun müesses nizamını korumak için yapmayacağı kötülük yok. Halihazırda dünya üzerinde iki büyük kırılma noktası var. Birincisi Karadeniz-Ortadoğu hattı, ikincisi Hint-Pasifik bölgesi. Her iki bölgede tehlikeli bir enerji birikmesi söz konusu. İlkinde Rusya, ikincisinde Çin ile tehlikeli bir bilek güreşine tutuşan ABD-İngiltere liderliğindeki Anglo-Sakson İttifakı’nın kışkırtıcı hamleleri yeni çatışma ve savaşlara yol açma potansiyeline sahip. Amerikan ve İngiliz egemen sınıfların savaş iştahı, Londra-Washington yönetimlerinin her geçen gün daha agresif stratejileri hayata geçirmelerine vesile oluyor. Görünen o ki, egemenler durmayacaklar. Yeni kurbanlar, yeni acılar yaratmak için her türlü yola başvuracaklar. Kapitalizm savaşlar ve felaketler düzenidir.