Belediye başkanı olarak seçildiğinden beri, sürekli sistemin kıskacı içine çekilmeye çalışılan Sayın Ekrem İmamoğlu’nun karşı karşıya kaldığı muamele, İstanbul’un, geçmişte de merkezi hükümetlerin kontrol/müdahale alanı olarak yaşadığı deneyimleri ilgi çekici hale getiriyor. İstanbul belediye başkanlarının göreve gelme ve gitme biçimleri ise herhalde bu deneyimlerin en önemli kısmını oluşturuyor.

Bir modern kurum olarak belediye İstanbul’da, 19’uncu yüzyıl ortalarında kurulmuştu. İlk belediye başkanının (Şehremaneti) atandığı 1855 yılından Cumhuriyetin ilan edildiği 1923’e kadar 51 Belediye Başkanı görev yapmıştı. Cumhuriyetin ilanından bugüne kadar ise 33 belediye başkanı göreve geldi. Sadece bu sayılar bile şehrin, belediye başkanlığı yönünden nasıl yoğun bir sirkülasyona muhatap olduğunu gösterir. O kadar ki gerek son Osmanlı, gerekse Cumhuriyet dönemi boyunca İstanbul’da birkaç hafta, hatta birkaç gün Belediye başkanlığı yapanlar bile olmuştu. Mesela Fevzi Bey 2-30 Ekim 1874; Şerif Mahmut Rauf Paşa ise 19 Temmuz-27 Temmuz 1908 tarihleri arasında görev yapmışlardı. Elbette uzun yıllar görev yapan şehremanetiler de vardı. Mesela Rıdvan İsmail Paşa 1890-1906 yılları arasında görev yapmış ki, diğerleriyle kıyaslandığında en uzun süreydi.

***

Osmanlı son dönemindeki ilk şehremaneti deneyiminden başlamak üzere 1963’e kadar şehrin belediye başkanları, merkezi hükümetlerin ataması ile ya da sonuç olarak aynı anlama gelen Şehir Meclisleri tarafından seçilirdi. Şimdi bildiğimiz biçimiyle halkın doğrudan oyu ile ilk belediye başkanı seçimleri ise 1963 yılında yapılmıştı. Ne var ki bu ilk ‘demokratik’ seçimde en çok oy alan Nuri Erogan, başvurusundaki eksik evrak yüzünden itiraza konu olmuş; mazbatasını alamamıştı. Böyle olunca şehrin belediye başkanlığına kendisinden çok daha az oy aldığı halde ikinci sıradaki Haşim İşcan seçilmişti.

1963’den bu yana halkoyu ile şehrin yerel yöneticilerini seçme uygulaması askeri darbeler veya Olağanüstü Hal Uygulamaları ile zaman zaman kesintiye uğramıştır. Hatta “istikrar” sağlama iddiasındaki askeri darbelerin ardından da, şehrin belediye başkanlığında sirkülasyon devam etmiştir. Mesela 27 Mayıs 1960 darbesini takip eden üç yıl içinde şehrin belediye başkanı sekiz kez değişmiştir. Aynı şekilde 12 Eylül 1980 askeri darbesinden Mart 1984’deki yerel seçimlere kadar; yaklaşık dört yılda üç belediye başkanı İstanbul’da görev yapmıştır.

Askeri darbe ve olağanüstü dönemleri dışarıda bırakırsak, belediye başkanlarının ayrılması, seçimlerin yapıldığı 1963’den bu yana genellikle görev sürelerinin bitmesiyle gerçekleşmiştir. Ne var ki bu süre içerisinde de doğrudan merkezi hükümetlerin kararı ile görevlerine son verilen belediye başkanları vardır. Herhalde onlardan en dikkat çekici olanı ‘metal yorgunluk’ gibi tuhaf bir gerekçeyle istifa etmek zorunda bırakılan Kadir Topbaş’tır. İBB başkanı olarak Topbaş’ın maruz kaldığı muamele ve görevden ayrılma biçimi travmatik bir durumdu.

***

İstanbul’un Belediye Başkanlarının deneyimleri pek çok başka bakımdan da ülkenin ahvali ile doğrudan ilişkili nitelikler taşımaktadır. Mesela ülkenin temel politik gerilimlerini, modern Ankara karşısında muhafazakâr İstanbul üzerinden izlemek ilginçtir. Cumhuriyet rejiminin İstanbul’a tayin ettiği belediye başkanları bu geleneksel şehirde, radikal modernist bir dizi iş yapmışlardı. Mezarlıklar dâhil şehrin pek çok geleneksel mekânını yıkmışlardı. Kendilerini bu işe ve hatta doğrudan Cumhuriyetin başındaki lidere adamışlardı. Bundan dolayı mesela Muhittin Üstündağ Atatürk ile, Lütfü Kırdar da İnönü ile özdeşleşmişti. CHP hükümetinin son aylarında İstanbul Belediye Başkanlığına gelen ve fakat Demokrat Parti ile çalışan Fahrettin Kerim Gökay için de bunu söylemek mümkündür. Her biri bu kişisel adanmışlıkların bedelini türlü biçimlerde ödemişlerdir. Bu da başka bir olgudur.

Bütün bu tarihsel tecrübelere dönüp baktığımızda bugün de şehirde değişen ve değişmeyen bazı hususiyetlerin olduğunu görebiliyoruz. Bu şehir, partileri ve belediyecilikleri birbirinden farklı olan bir dizi belediye başkanı tanıdı. Ama merkezi sistemin İstanbul’a ilişkin tahayyülü, müdahale arzusu ve biçimleri neredeyse hiç değişmedi. Şimdi de olduğu gibi.