Türkiye’nin son yıllardaki en belirgin sorunlarından birini kuşkusuz gıda enflasyonundaki süreklilik oluşturuyor. Ağustos 2020’den bu yana, yani tam 42 aydır kesintisiz bir şekilde artış gösteren gıda enflasyonu, hem tüketici hem de üretici bazında ciddi etkiler yaratıyor. Şubat ayında gıda enflasyonu, aylık bazda yüzde 8,25 ve yıllık bazda yüzde 71,12 artış gösterdi. Fiyatı en çok artan gıda maddeleri arasında yüzde 16,99 ile tereyağı, yüzde 16,14 ile sebze ve yüzde 14,81 ile kuzu eti öne çıkıyor. Diğer ürünler arasında peynir, süt, alkolsüz içecekler, taze meyveler, un, tahıllar ve makarna gibi temel tüketim maddeleri de yer alıyor.

Bu ürünlerde yaşanan enflasyon bir yandan toplumun alım gücü üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor diğer yandan da en büyük harcama kalemlerinden birini oluşturması bakımından genel enflasyon üzerinde de baskı oluşturuyor. Öte yandan üretim süreçleri bakımından gıda enflasyonuyla mücadelede kamunun üreticilerle diyalog kurma, sorunlarını anlama ve çözüm üretme çabaları kritik önem taşıyor. Bu süreçte örneğin geçimlik tarımsal üretime yönelik desteklerin artırılması gerekirken çiftçiye bütçeden yasanın zorunlu kıldığı oran kadar bile destek sağlanmadığı, daha ziyade ithalat ve ihracata dayalı şirket tarımının desteklendiği görünüyor.

∗∗∗

Dahası, birçok durumda kamu otoritesinin üreticilerle kurduğu ilişki de hayli sorunlu ve özellikle küçük ve orta ölçekli üretici ve köylüleri kriminalize etmeye varacak bir biçimde seyrediyor.  Sonuçta gıda enflasyonu da durmak bilmiyor. Bugün Türkiye’de gıda enflasyonunun en çok etkilediği ürünlerden biri de kırmızı et. Burada fiyatlarının yükselişinin ana nedenlerine ve etkilerine istinaden Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın “ahır teftişi” uygulaması ile karşılaşıyoruz. Bakanlık soruna kamuoyu oluşturmaya çalışan veya fiyatları eleştiren küçük ölçekli üreticilere yönelik bir inceleme süreci yürüterek yaklaşıyor. Kahramanmaraş Afşin’de maliyetler hakkında yorum yapan Yakup Konan’ın çiftliğine yapılan ziyaret, bu uygulamanın somut bir örneğini oluşturuyor.

Bu durum, gıda enflasyonunun politik ve toplumsal başkaca boyutları olduğunu da hatırlatıyor. Yakup Konan örneğinden küçük ve orta ölçekli üreticilerin piyasayı etkileyebilme kapasitelerinin sınırlı olmasının yanı sıra maliyetlerle ilgili kamuoyu yaratma potansiyelinin önemli bir etkisi olduğu  anlaşılıyor. Kamunun gıda fiyatları hakkında yorum yapan üreticilerin çiftliklerini ziyaret etmesi ve incelemelerde bulunması, fiyat artışlarına ilişkin kamuoyu algısını yönlendirmeye yönelik çabasının bir göstergesi. Hatırlarsanız daha önce de, 2018 yılındaki artışa karşı önlem olarak soğan deposu basılıyordu. Halbuki o günkü sorunun kaynağı yapısaldı, bugün de öyle.

∗∗∗

Tarım ve Orman Bakanlığı da yakın zamanda 2024 yılına yönelik hayvan ithalatı kararlarını açıklamıştı. Ancak bilindiği gibi gıda enflasyonuna karşı ithalat kısa vadeli piyasa dengelerini sağlamak amacıyla kullanıldığında, uzun vadede yerel üretimi zayıflatıyor. Büyük ölçekli şirketlerin ithal ürünleriyle rekabet edemeyen küçük çiftçi ve köylünün tasfiyesine sebep oluyor. Yerel tarımsal çeşitliliği azaltması ve gıda güvenliğine yönelik uzun vadeli riskleri artırması, yani bugünkü gıda krizi koşullarını daha da derinleştirecek olması da cabası…

Türkiye’de tablo böyleyken Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) raporlarına göre, küresel gıda fiyatları Şubat ayında yedinci ay üst üste düşüş gösterdi. FAO, tahıl fiyatlarının düşmesini, şeker ve et fiyatlarındaki artışları dengeleyen bir unsur olarak ele alıyorsa da Türkiye’de ne böylesi bir düşüş ne de bir dengeden söz edebiliyoruz. Buradan hareketle Türkiye’deki artışı anlamak ve çözmek için de yerel politikalara bakmak gerektiği netleşiyor.

Gıda enflasyonunu kontrol altına almak için “ahır teftişi” veya ithalata dayalı stratejiler değil, gıda sistemini yerel ölçekte küçük çiftçiler ve köylüler lehine dönüştürecek bir çözüm hedeflenmeli. Aksi takdirde durum ortada, 42 aydır durmadan artan fiyatlardan söz ediyoruz.