Kavga bitmedi ama ateşkes oldu gibi...

Şimdi merak edilen şu: Sonuçta kim kazanacak; AKP mi Cemaat mi?

Son günlerde siyasetin kodlarını çözebilmek için Fethullah Gülen’in “kırık testisinden su içmek”, yani onun ekran vaazlarına kulak vermek revaçtaydı. Böylece siyasi gelişmelerin Türkçe mealine vakıf olabiliyorduk.

Birkaç gün önce ben de Fethullah Gülen’i izliyordum. “Dünyanın öküzün boynuzunda olduğunu iddia edenlerin yanılmadığını, aslında bunun bir soyutlama olarak anlaşılmasını, orada anlatılmak istenen şeyin, insanın toprağa bağlı yaşamı döneminde toprağın öküzle sürülmesinden ötürü yaşam kaynağının öküz olduğunu” evire çevire anlatmaktaydı! Yani dünyanın öküzün boynuzlarında durmasının derin “felsefi ve soyut” anlamını! Ve bu ıkınmanın sebebi de sırf 19. yy sonlarında yaşamış Erzurumlu İsmail Hakkı adlı bir “din âlimi”ni ve onun gibileri haklı çıkarmak istemesiydi.

Peki, neden böyle yapıyordu? Derdi, elbette dünyanın öküzün boynuzlarında durduğunun ispatı değildi; tabulara halel gelmemesiydi ve Erzurumlu İsmail Hakkı da dindarların yakın tarihteki tabularından birisiydi. Tabuya bakın! Allah, peygamber, halife şöyle dursun, Erzurumlu bir “âlim” için bile “Bu da bir beni âdemdir, elbette yanılır” demek fıtratlarında yok.

Aynı mantıkla son 10 yıldır iki tabuyla daha karşı karşıya değil miyiz? Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen! Kendilerini tabu haline getirdiler.

İkisine de dokunan yanıyor. Ama biri ötekine dokununca (şimdilik) yanmıyor. Çünkü ikisi de tabu olduğundan demek ki aralarında efsunlu bir ilişki var.

Başbakan’a kimse laf söyleyemiyor. El üstünde tutuluyor. Söyleyene kötü gözle bakılıyor. Fethullah Gülen’den söz ederken “Hocaefendi Hazretleri” demeyen de mimleniyor.

Çünkü kamusal alanda tartışılması gayet doğal olan bu iki şahsiyet artık tabusal alana intikal ettiler.

Üstelik tabusal alanlar artık gündelik hayatın tamamına, kamusal alana sirayet etmeye başladı.

Kamusal alanda eskiden tartışılabilen en sıradan konular bile “AKP mi kazanacak Cemaat mi kazanacak” ekseninde ele alınabiliyor.

Ama bir dakika! Yahu, hangisi kazanırsa kazansın, emekçiler, ezilenler hep kaybetmiyor mu?

Tayyip Erdoğan ya da Fethullah Gülen hep el üstündeler, öte yandan elleri de hep ezilenlerin üstünde... Ve böylece kendi aralarında “el el üstünde kimin eli var” oyununun keyfini çıkarıyorlar.

Çünkü bu oyunda “ebe” olan, yani “secde halinde” yere oturtulan hep bizim cenah, emekçiler cenahı. Ellerini sırtımıza koymuşlar, biz kimin eli kimin üstünde bilmiyoruz; oyunun kuralı kimin elinin üstte olduğunu bilmek, bir türlü bilemiyoruz ve hep ebe kalıyoruz. Sonra, bilemeyince yine soruyorlar: Mesela, “eşek mi köpek mi?” Tercih hakkımız bu kadar yani, “köpek” dersek ısırıyorlar, “eşek” dersek tepiyorlar.

İşte bu oyunun adı, demokrasi!

Ve bu oyun esasında hileye dayanıyor. En saf olanlar ebe (seçmen) diye belirleniyor. Ebe bilse bile, üsttekiler “bilemediiiin” diye çığırtıyor ve oyun devam ediyor. Bilemediği için de ha bire yumruk, tekme yiyip duruyor sırtına...

Bu oyunda Gülen hareketi, harekât (operasyon) konusunda maşallah çok kabiliyetliymiş... AKP’yi bir biçimde kasetle, videoyla, internet üzerinden filan “ikna” ederek elini üste koyabilirmiş... Yahut yeni emri vakilerle, mesela son kamu ihalesi operasyonuyla yaptığı gibi el üstünlüğünü yine kazanabilirmiş. Bu arada AKP de yine maşallah siyaset bezirgânlığında çok kabiliyetliymiş. Suriye krizini yeni bir fırsata çevirebilirmiş. Punduna getirip o da kendi meşrebince cemaatçileri canından bezdirebilirmiş.

İyi de... Bize ne!

Sizin tabuları tasnifinize ikna olup “kimin eli kimin üstünde” sorusunun cevabını mı arayacağız?

Hayır efendim, tabularınıza boyun eğip tabutlarınızda yaşamayacağız!