Ülke siyaseti yine olağanüstü ve tarihsel denilecek bir haftayı geride bırakıyor.

Çarşamba günü yaşanan İstanbul darbesi çok ilginç bir siyaset kavşağında geldi. Bir tarafta, AKP iktidarı yeni bir anayasa düzenlemesi için düğmeye basıyor ve Altılı Masa muhalefetinin desteğini arıyordu; diğer tarafta, toplumsal sorumluluğunun bilinciyle davranan bir gazeteci ve arkadaşları, korkunç bir çocuk istismarı olayını su yüzüne çıkarıyordu.


İSTANBUL SALDIRISI

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hapisle cezalandırılması, ülke siyasetinin, yıllardır içine girmekte olduğu yıkımın en önemli halkalarından biridir. Bu cezalandırmanın tamamıyla siyasi olduğu bir gerçektir. İstanbul yargılaması bir kez daha kanıtladı ki Başkan Erdoğan, kendisini 2019 yerel seçimlerinde üstelik iki kez yenmiş olan Ekrem İmamoğlu’nun yaşattığı o seçim sürecini bir kez daha yaşamayı, hiç ama hiç istemiyor.

Ancak, konu bireysel değildir. Artık anlaşılması gerekir ki, iktidarın bu tutumunun ana nedeni, bu ülkenin siyasal İslamcı dünya görüşüyle yönetilmesi gerektiğini bir kutsal görev bilmesidir. Yıllardır, bu görevin gerekleri yerine getiriliyor. Kısaca özetleyelim: Başkanlık düzenine geçiş, kurumların etkisizleştirilmesi; yargının siyasallaşması; eğitimin bilimsellikten uzaklaştırılması; Diyanet’in etkisinin artırılması; tarikat ve cemaat yapılanmalarının kamu yönetim birimlerini ele geçirmesi ve giderek son çocuk istismarı olayında bir kez daha görüldüğü toplumsal yaşamı belirlemesi; ekonomiyi batıran faiz-Nass anlayışsızlığı ve bütün bunların olağanlaştırılarak “kalıcı kılınması” çabaları AKP’nin o kutsal ve büyük gidişinin gerçekleştirilmesi içindir. İstanbul kararı bu gidişin önemli aşamalarından biridir.

Dahası, İstanbul kararı ile iktidar, topluma, önümüzdeki aylarda yapılacak başkanlık seçimlerinin sonuçlarını, “her olanağı” kullanarak tartışmalı kılabileceğinin, giderek tanımayabileceğinin korkutucu ipuçlarını veriyor.

İstanbul kararı sonrası bir araya gelen Altılı Masa, şu iki konuda kesin tutum sergilemeliydi: Önce, seçim güvenliği ile ilgili önlemlerini en az iki katına çıkaracağının, Saraçhane’de toplanan yüz binlerin ve onlarla birlikte bu ülkenin milyonlarının “tek bir oyunun” bile yok sayılamayacağının güvencesini vermeliydi. Sonra Altılı Masa AKP ile Anayasa değişikliği için işbirliği yapmayacağını, kesin bir biçimde dile getirmeliydi.

İŞBİRLİĞİNE DEVAM MI?

Anımsanabileceği gibi, başörtüsü ile ilgili yasal düzenleme süreci, 3 Ekim’de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir açıklaması ve ertesi günü CHP’nin yasa vermesiyle başladı. Başkan Erdoğan’ın can simidi gibi sarıldığı ve Anayasa değişikliğine dönüşen teklif, geçen hafta, 9 Aralık günü AKP ve destekçilerinin 336 milletvekilinin imzasıyla Meclis’e varildi.

Basında yer aldığı gibi bu değişiklikle, “Anayasa’nın din ve vicdan hürriyetini düzenleyen 24. maddesi ve aile ve çocuğun korunmasına ilişkin 41. maddesinde değişiklik” öngörülüyor. Teklif, “kamu ve özel sektör dahil hayatın hiçbir alanında, dini inancı nedeniyle başörtüsü veya kıyafeti nedeniyle hiçbir kadının ayrımcılığa tabi tutulamayacağını” vurguluyor. Aile ve çocuğun korunmasının düzenleme yerinin Anayasa olması başlı başına bir büyük sorun olmakla birlikte, asıl büyük yanlış, bir taraftan Medeni Kanun bir tarafa bırakılarak “çok eşliliğe” yol açılması olasılığı, diğer taraftan da "kadının dini inancına göre serbestçe giyinebileceği” düzenlemesidir. Bu ucu açık ve nerede başlayıp nerede biteceği belirsiz düzenleme, genel olmadığı ya da özel bir durumu tanımladığı için temel insan hak ve özgürlüklerine ve eşitlik ilkesine tümüyle aykırıdır. Eğer gerçekleşirse bu düzenleme ile Siyasal İslam’ın yerleştirilmesinde dev bir adım atılmış olacaktır. Bu Anayasa önerisine destek verilmesi, cinayete ortak olma anlamı taşır.

Altılı Masa’nın kimi üyelerinin, iktidarın Anayasa önerisini destekleyebileceklerini açıklamış olmaları, özellikle de Davutoğlu’nun "Bu şeref Kılıçdaroğlu’nundur” sözleri gidişi, çok büyük bir sorundur. Bu nedenle, Altılı Masa, özellikle de İstanbul olayını gördükten sonra, toplumun geleceğini bire bir ilgilendiren en yaşamsal konuda AKP ile işbirliği yapamaz; yapmamalıdır. Yaparsa, kendisi de, ülke de batar! İstanbul kararı sonrası yükselen toplumsal tepki bir kez daha kanıtladı ki halk, geçmişte verdiği oya sonuna kadar sahip çıkanı baş tacı ediyor; bununla da kalmıyor, kesinlikle, vereceği oya sahip çıkılmasını istiyor. Karanlığa doğru gidişi tersine çevirecek olan budur.