Katliam yapan sistemler bu vahşetin kaydını tutarlar mı? Evet, modern devletlerin önemli bir özelliği yaptıkları işlerin kaydını tutmalarıydı. Bu uygulama, alınan kararların uygulandığını ispat için de gerekliydi ve mesela fotoğraf bunun en önemli araçlarından biriydi. Kayıt altına alınan belgeleri kamuoyuna açmak ya da açmamak veya ne zaman açılacağını belirlemek de yine bu devletlerin bir özelliğiydi. Yani devletler bu kayıtları (şimdi olduğu gibi) kamu için değil, kendisi için tutuyorlardı.  

Türkiye’de gazete-radyo haberlerine pek konu olmasa da, Cumhuriyetin erken dönemi böyle deneyimlerle yüklüydü. Reşat Hallı tarafından Genelkurmay arşivlerinden istifade edilerek yayınlanan Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar adlı kitapta 1924-38 yılları arasında hemen hemen aynı askeri birlikler tarafından gerçekleştirilen harekatlar detaylıca yer almıştı. Her yıl daha ‘tecrübeli’ hale gelen sözkonusu birliklerin imha ettiği binlerce insan ve hayvana dair tutulmuş kayıtlar tarihe düşülmüş notlar gibiydi. Şu sıralar değişik şehirlerde anmalara konu olan katliamlar, bahsekonu raporlarda, katliamı yapan askeri birliklerin adları bile belirtilerek yazılmıştı. Kayıtlar, o yıllar boyunca Ağrı, Zilan, Bitlis, Diyarbakır, Erzincan ve Dersim’de neler olduğuna dair ilginç detaylar içeriyordu.   

***

Hallı’nın raporunda sadece Dersim’e ve sadece 10-20 Ağustos 1938’e bakmak bile diğerleri hakkında bir fikir vermesi bakımından oldukça ilginçtir. Büyük kırımın on güne sığdırılması için nasıl bir askeri faaliyet yürütüldüğünü okumak ise kendi başına dehşet verici. Rapora göre Bakanlar Kurulu’nun 6 Ağustos 1938’de aldığı karar gereğince Genelkurmay, Tunceli’yi kısa zamanda ve kesin şekilde tarama ve tedip etmeyi, girilmemiş yer bırakmamayı ve tarama sırasında kimsenin bölge haricine çıkmasına izin vermemeyi, muhitten dahile doğru kuşatıcı şekilde bölgeye girmeyi öngörmüştü. Taranacak coğrafya üç bölgeye, her bölge sevk ve idare bakımından yedi iç bölgeye ve her iç bölge de yine aşiretler gözönünde tutularak 3-5 küçük bölüme ayrılmıştı. 7.200 kilometrekarelik tarama bölgesinde 43 tabur, 6 Süvari Alayı konumlanmıştı. Bir taburun günde 20 kilometrekarelik bir alanı tarayabileceği esas kabul edilmiş ve toplam 7.5 günde işin tamamlanması öngörülmüştü. Buna ¼ ihtiyat da eklenerek toplam on günlük bir harekat planlanmıştı. Tarama harekatının 10 Ağustos sabah saat 05.00 de başlayıp 20 Ağustos’ta tamamlanması hedeflenmişti. 

*** 

Adına tedip ve tarama denilen bu uygulama, gerçekte kitlesel imha harekatıydı ve toplanan herkes önceden belirlenen yerlere götürülerek silah, dinamit ve süngü ile ya da uçurumlardan atılmak suretiyle öldürülmekteydi. Kayıtlara göre mesela 7. Kolordu askerleri Kırmızıdağ’da 300 kişiyi imha etmiş ve hayvanlarını da ele geçirmişti. 14 Ağustos günü 62. Alay’ın 1. Taburu Ovacık Kackerekbaba’da 32 kişiyi imha etmiş, 16 kadını diri ele geçirmişti. 15 Ağustos günü 41. Tümen birlikleri Zimaqe, Xec ve Bornak köylerinden getirilen 395 kişiyi Hopik’te imha etmişlerdi. 17 Ağustos günü 36. Alay Sin’de, 3. Seyyar Jandarma Taburu Pulur’da, 41. Tümen Kalason ve Sin Bucağında binlerce kişiyi imha etmiş ve köylerini yakmışlardı. 12. Tümen kuvvetleri Tagar deresinde 13 erkek, 30 kadın ve çocuk yakalamıştı! Rapora göre çok sayıda büyükbaş ve küçükbaş hayvan imha edilmişti. İnsanların sığındıkları mağaralar top ve makineli tüfek ateşinden başka 25. Alay’ın istihkam müfrezesi tarafından tahrip kalıpları atılmak suretiyle dağıtılıp içindekiler öldürülmüş, can havli ile dışarı çıkanlar da ateşle imha edilmişti. Planda öngörüldüğü gibi 17 Ağustos 1938 günü yasak bölge içindeki bütün evler, tarlalar yakılmış, müsademelerde binlerce insan imha edilmiş, sığındıkları köyler, komlar hatta fundalık ve tarlaları yakılmıştı. Kitlesel imhaya dair bu dehşet verici bilgilerin tamamı, adı geçen raporda yer almıştı.  

Türkiye’de her yıl Ağustos ayında çok yerde anma toplantılarına konu olan bu katliamların detaylarını resmi raporlardan okumak gerçekten ürkütücüdür. Belki devletlerarası savaşlarda olabilecek kadar ayrıntılı askeri uygulamalarla onbinlerce insan ve hayvan katledilmesine rağmen, Türkiye kamuoyunun bundan habersiz olması ve gerçekdışı tarih anlatısının tekrarı ise adeta başka tür bir kırımın öyküsü gibi...