31 Mart 2019 yerel seçimlerinde halkın iradesi ile seçilen Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarının görevden uzaklaştırılıp yerlerine il valilerinin vekil olarak atanması, demokrasi, seçme seçilme hakkı ve toplumsal barışa dönük büyük bir saldırı olarak görmek gerekir.

Gerekçe olarak gösterilen iddia, soruşturma ve davaların bir kısmının 2014 yılından bu yana devam ettiği, bir kısmının valilik yetkisi ile müdahale edilebilecek olaylar olduğu, bir kısmının ise propaganda suçlamaları olduğu anlaşılmaktadır.

Başta “irtibat ve iltisak” ile “propaganda” kavramı olmak üzere söz konusu iddia ve suçlamaların iktidar ve yargı tarafından ne kadar hoyratça ve hukuk dışı kullanılabildiğini en son “Barış İçin Akademisyenler” bildirisi hakkında AYM tarafından verilen ihlal kararında görmüştük.

Yargı tarafsızlığı ve bağımsızlığının içinde bulunduğu vahim durum ve süreklileştirilmiş olağanüstü hal hukuku, gözetildiğinde bu uygulama yalnızca hukuk kuralları ile soruşturma ve kovuşturma iddiaları çerçevesinde değerlendirilemez.

İktidar öteden beri belediyeleri, mülksüzleştirme, servet transferi ve rant aracı olarak kullanmaktadır. Sadece yönetimleri “yeniden gasp edilen” belediyelerde önceki kayyımların uygulamalarına bakmak yeterli olacaktır. Görevden uzaklaştırılan Başkanlar yerine, seçilmiş belediye meclislerince ya da onların içinden atama yapılmamış olması bu “çökme” niyetini de ortaya koymaktadır.

İktidarın bu tasarrufu ile seçimlerde olası ittifak ve dayanışmalara müdahale etme niyeti olduğu da açıktır. Bu nedenle muhalefetteki partilerin ve bu tuzağa düşmeden, amasız fakatsız bu hukuksuzluğa karşı çıkmaları ve güçlü bir dayanışma göstermeleri elzemdir.

Ancak asıl tehdit bu illerde yaşayan yurttaşlarımızın, demokrasi ile tek bağları olarak kalan seçme/seçilme haklarının ellerinden alınmış olmasının yaratacağı “kopuş” riskidir. Gösterilecek güçlü dayanışma bu nedenle de önemlidir.

Uluslararası sözleşmeler ve Anayasanın güvence altına aldığı barışçıl toplantı ve gösteriler ile milletvekillerine karşı kullanılan şiddet bu riskin üzerine benzin dökmek anlamındadır. Bu şiddet kadar demokrasilerin olmazsa olmazı olan bu hakkın kullanımının eleştirilmesi ya da mahkum edilmesi, şiddete duyarsız kalınması da kabul edilemez. Demokrasi sadece sandığa indirgenemez. Kaldı ki görevden almalar sandığı da ilga etmiştir.

Bu aşamada “Acaba sıra batıdaki belediyelere gelir mi?” Kaygısı ve sorusu ile hareket edilemez. Diyarbakır, Mardin ve Van bu anlamda İstanbul’dur, Ankara’dır. Ayrıca Unutulmamalı ki iktidar Ankara, İstanbul, Bursa ve Balıkesir gibi belediyelere de benzer bir şekilde el koymuştu. Ancak çoğunlukları nedeniyle kayyım/vekil değil meclis içerisinden “atama” yapılmıştı. Halen bu eski başkanların istifa ettirilme gerekçeleri açıklanmamış ve adli işlem yapılmamıştır. Bu çifte standart da mevcut uygulamanın hukuk dışılığını ortaya koymaktadır.

Bu vesile ile belirtmek isterim ki bu noktaya gelinmesinde, seçim sürecinde yaşanan hukuksuzluklara muhalefet partileri tarafından güçlü tepkiler verilmemesinin de payı vardır. Oysa iktidar mensupları tarafından kayyım uygulanmasına devam edileceğine ve GBT’ye göre aday belirlenmesi gerektiğine dair açıklamalar, İstanbul seçimlerinin iptali, KHK’lilere mazbata verilmemesi gibi olaylar bugünün işaretçileriydi. İyi niyetli uyarılar ve tartışma önerileri bile bozgunculuk gibi değerlendirilmişti.

Demokrasiye, seçme seçilme hakkına, toplumsal barış ve birliğimize yapılan bu ağır saldırıya en sert tepki verilmez ise iktidara bundan sonraki tüm seçimler için açık çek verilmiş olacaktır.

Bu bağlamda protesto gösterilerine ve milletvekillerine dönük şiddet de göz önünde bulundurularak, ilk adım olarak muhalefet partilerinin, TBMM’yi Anayasanın 93. Maddesi gereğince toplantıya çağırması uygun olacaktır.