Rusya ile ABD, Suriye’de Kürtleri doğrudan kendilerine müttefik kılmak için büyük bir rekabetin içinde. ABD’nin PKK’yi eleştirirken PYD’yi terörist örgüt olarak görmediğini deklare etmesi bu rekabetin önemli bir göstergesi. Öte yandan Rusya, PYD’nin Moskova’da temsilcilik açmasına izin vererek siyasi bir hamle gerçekleştirdi. Rusya, ABD’nin yardım ettiği Suriyeli Kürtleri kendisine bağlayarak hem Türkiye’ye hem de cihatçılara karşı elini güçlendirmek istiyor. Bu tahkimat, askeri düzeyde olduğundan daha çok Türkiye üzerinde psikolojik olarak etki edecek. Kürtler açısından da durum benzer; Rusya Türkiye’ye dolaylı yoldan baskı uyguladıkça, ABD PYD ile ilişkilerini sürdürdükçe, Kürtlerin Suriye’de hareket alanı kısmen genişliyor. İlginç bir biçimde Suriye’deki Kürt kantonlarının birleştirilmesi halinde Irak Kürt bölgesi bağımsızlık ilanını da hızlandırabilir. Tam da bu esnada PKK, Suriye Kürtleri ve Barzani arasındaki ilişkinin değiştiğine dair ipuçları var. Bir diğer ifadeyle Saray’ın ve Davutoğlu’nun bu zamana kadar oynadığı Barzani kozu tahminlerin ötesinde geri tepebilir.

Obama’nın Suriye’de takındığı ihtiyatlı tavır, en çok iktidar kalemşorlarını sinirlendirdi. Türkiye sağında arızi olarak görülen ABD eleştirileri doruğa çıktı bugünlerde. Saray’ın ABD’ye PYD nedeniyle sitem etmesi yalnızca bölgede değil Washington’da da Erdoğan’a ve AKP’ye karşı tutumu sertleştiriyor. Türkiye ise Yahudi lobisiyle ilişkileri tamir etmenin ve İsrail ile arayı düzeltmenin ABD ile ‘stratejik ilişkiyi’ Türkiye lehine değiştireceğini umuyor. Ancak bu o kadar da kolay değil zira meselenin sadece PYD olmadığı, cihatçıların mevzii kaybetmesinin Türkiye’de rahatsızlık yarattığı fikri ABD kamuoyunda sürekli taraftar topluyor.

Savaş tutkalı
Saray’ın kendi siyasi pozisyonunu ve hedeflerini AKP’ye dayattığını, AKP’nin mevcut kadrosunun da bir yere kadar bu duruma rıza göstermek zorunda hissettiğini söylemek mümkün. 2015 yazından bu yana süren savaş, Saray ile Davutoğlu ve ekibi arasındaki sorunların şimdilik paranteze alınmasını sağlıyor. Öte yandan savaşın seyri ve asker-polis ölümleri, Saray’ın konumunu güçlendirirken Davutoğlu’nun elini de zayıflatıyor. Bu nedenle Saray kolay kolay müzakere masasının yeniden kurulmasına izin vermek istemeyecek, AKP’nin mevcut yönetim kadrosunun kilit isimleri ise Türkiye içinde askeri olarak köşeye sıkıştırılacak Kürtler ile müzakerelerin yeniden başlatılmasının zeminini yoklayacak. Öcalan ile görüşmelerin nasıl ilerleyeceği, mevcut çatışmaların akıbetiyle doğrudan ilişkili elbette. Bahar ayları bu nedenle kritik bir dönemeç.

Kürt siyaseti yol ayrımında

Kürtler oldukça pragmatik bir biçimde uluslararası arenada hem askeri hem diplomatik hamleler yapıyorlar. Türkiye’deki Kürt siyaseti de bölgesel denklemi ve büyük güçler arasındaki rekabeti kullanarak siyasi manevra alanını genişletmek çabasında. Bunlar olurken HDP’nin 7 Haziran’da Türkiye’nin genelinde kazandığı ivmeyi kaybettiğini ve kendini tamamen sözünü ettiğim yüksek siyasete angaje ettiğini söylemek yanlış olmaz sanırım. Çatışmaların sürdüğü coğrafyada faal olan vekillerin feryadı dışında politik karşılığı olan bir ses duymak zor. Özyönetim tartışmasına kilitlenmek ya da fiili durumu zorlamak da bu konjonktürde siyasi alanı genişletmiyor.

Türkiye’deki sol ve demokrat çevreler, Saray-AKP-güvenlik güçleri işbirliğini ve yürütülen savaşı baştan mahkûm ederek doğru bir tavır aldı. PKK’nın savaş stratejisi ve devletin ablukası karşısında sivillerin hayatta kalmasını önceleyen duruştan da ödün vermedi. Ancak mevcut çatışmalar ve gidişat, bölgedeki Kürt siyasetinin uluslararası ölçekte izlediği denge politikası, sol ve demokrat çevrelerin sürece etkin bir biçimde dahil olmasını kolaylaştırmıyor. Öte yandan Kürt coğrafyası dışındaki alanlarda devam eden sistematik baskı, savaş ile kıyaslandığında haklı gerekçelerle ‘tali’ görüldüğü için Kürt siyasetiyle ortak ajanda belirlemek de çok kolay değil. Bu nedenle barışın, ülkenin tümüne demokrasi gelmeden bir hayal olduğunun altını çizerek yaşadığımız katmanlı baskı düzenine çıkışı birlikte aramak mecburiyetindeyiz. Bu arayış da AKP içindeki muhtemel bir sarsıntıya bel bağlamak ya da dış politikadaki hataların sonuçlarını beklemekle olmaz.