Geçen haftaki yazıda bugünün konusu olarak yerel seçim ve köy ve beldeleriyle kırsal alanın ihtiyaç, beklenti ve göstergelerini ele almayı planlamıştım. Konuyu nasıl tartışacağımı düşünürken aklıma ilk olarak muhalefet olarak kaybettiğimiz 14-28 Mayıs seçimleri sonrası yapılan analizler geldi. Bu analizlerden biri, dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na aitti.

Kılıçdaroğlu yenilgiyi gerekçelendirirken kırsaldan oy alamadıklarına dikkat çekmiş ve durumu “Kırsal kesim ekonomiden en az etkilenen kesim. 250 lira ayda verdiğiniz zaman köyde birisine, parayı harcayacak yer yok zaten. Ancak şehire indiği zaman hayat pahalılığı ile karşı karşıya kalıyor. Ama büyükkentlerde yaşayanlar bu sıkıntıyı yaşıyorlar” sözleriyle açıklamıştı.

∗∗

O günlerde çok dikkat çekmişti bu açıklama. Benzer indirgemeci analizleri tekrar eden kimi akademisyenler de olmuştu. Ancak bu açıklama birkaç gün içinde unutuldu ve kırsal her şeyiyle rafa kaldırıldı. Zannediyorum rafa kalkmasaydı da hayatta kalmakla yetinebilen organizma muamelesi görmeye devam edecekti. Veya AKP’nin daha çok oy aldığı bir yer olarak seçimlerde sandık güvenliği sağlanılması gereken bir alan muamelesi görecekti en fazla. Halbuki Kılıçdaroğlu’nun sözleri, hatalarına karşın bizlere kırsalın nasıl da hiçleştirildiğini ve acilen yeniden var edilmesi gerektiğini gösteriyordu.

Şimdi yerel seçimler gündeminde bu hiçleştirilişi bir kez daha anımsıyoruz. Görüyoruz ki yerel seçimler yalnızca büyük şehirleri ilgilendiriyor gibi davranılıyor. Yalnızca kent politikaları konuşuyoruz. Kırsalı yine kentin kazanıp kazanmamasına etkisi ölçüsünde konuşuyoruz. Lütfü Savaş deniyor mesela, kırsaldan acayip oy alıyormuş…

Halbuki kırsal sürekli ayakta ama sesini duyuramıyor. Pekala geçinememekten de şikâyetçi. 250 liranın harcanacağı yer olmadığı gibi yeteceği bir hayat da yok. Öyle ki asgari ücret zammıyla birlikte çiftçi BAĞ-KUR’u primi yükselince üretimi bırakmayı düşünenler var. Tek işte çalışarak geçinemeyenler; gündüz fabrikada, iş çıkışı bağda bahçede; bugün kendi toprağını ekerken yarın başkasınınkinde işçileşenler, didinse de emeğinin karşılığını asla alamayanlar var. En derin eşitsizliklerin muhatabı kadınların görünmezliği de cabası.

 Geçtiğimiz yerel seçimden bu yana çiftçilerin, köylülerin imzasını taşıyan sayısız eylem, protesto yapıldı. Son on yılın bir almanağı yoktur ki çiftçilerin, köylülerin imza atmadığı bir itirazı içermesin. Sanırım sorun şu ki bu itirazlar, biraz da geçici, yerele odaklı ve siyasallaşmaktan imtina eden, çoğu zaman tekil ve dağınık biçimleri nedeniyle insanca bir yaşam mücadelesi olarak algılanmıyor. Halbuki söz konusu itirazlar o dertsiz varsayılan kırsalın başka bir yaşam istediğini ifade ediyor.

Çünkü bir yandan tam da Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi köyde “Parayı harcayacak yer yok zaten.” Köylerde ne kamusal hizmet var ne başka bir şey. Bunca genç boşuna mı kaçıyor. Eğitim mi var, sağlık mı var, kültürel üretim mi var? Ara ki bulasın. Halbuki kamu hizmetlerinden yoksun ve şirketlerin hakimiyetinde bir kırsalın yaşanmaz bir yer haline gelmesi değil mi bunca açlığın sebebi? Kim sağlayacak bunları? Kırı kente tabi pasif bir alan olarak gören; kalkınma politikalarıyla altını üstüne getiren, kültürünü yerle bir edenler veya tüm bunları görmezden gelenler değil elbette.

∗∗

Mücadele sağlayacak. Mücadelenin politikanın esası olduğunu anlayabilen sağlayacak. Tütün üreticilerinin henüz birkaç gün önce Eşme’de yaptıkları itirazı, LÖSEV’in Ergene’de yaptığı itirazı, ağaçlarını söken narenciye üreticisini; Akbelen’deki, Çambükü’ndeki, Dikmece’deki itirazları ve daha nice mücadeleyi politikasına pusula alan sağlayacak. Ancak o zaman seçim güvenliği sağlanacak, şirketlere kazandıracak, hizmet yoksunu, yaşlanan ve edilgin kılınan bir kırsaldan değil, geniş toplumsal kesimlerin kazanacağı başka bir kırsal ihtimalinden söz edebileceğiz.