Yargıtay Başkanlığı’nın Anayasa Mahkemesi’ni -AYM Can Atalay kararı nedeniyle suçlayan açıklaması, ülkemizin hukuk yapısını sonu belirsiz bir tıkanıklığa taşıdı. 

Gerek Başkan Erdoğan’ın gerekse Adalet Bakanı Tunç’un açıklamaları yüksek yargıdaki savaşın kaynağının iktidar olduğunu kanıtlıyor. 

İktidar, üstelik “milli” mührü ile yeni bir anayasa için gerekçe çıkarmaya çalışıyor. Başarılırsa,  hukuk yapısı tamamıyla tek kişiye bağımlı olacaktır. 

Ülkede barışı ve kardeşliği savunan gazeteci Hrant Dink’in katilinin,  cinayetin içyüzü aydınlatılmadan serbest bırakılmasının bir kez daha kanıtladığı gibi hukuk düzeni esasen karanlıktır. 

Türkiye’nin yeni bir anayasa yapılarak tümüyle bir “korku rejimine” geçmesi  “halkın oylarıyla”  ve kesinlikle engellenmelidir. 

YEREL SEÇİMLERİN BÜYÜK ÖNEMİ 

Ülkenin şu günlerde yaşadığı ortama sürükleneceği, Mayıs 2023 seçimlerinden önce çok açıktı; çok uyardık. Başta “aday saptama” olmak üzere yapılan tarihsel yanlışlar ülkeyi bugünlere getirdi. Mayıs 2023 seçimlerinin değerlendirilmesini   “tarihe bırakarak” bugüne gelelim. 

Genel seçimlerden sonra yaşanmakta olanlar, özellikle de “hukuksuzluk ve yoksullaşma”,  Mart’ta yapılacak yerel seçimleri çok, ama çok,  önemli kılıyor. 

İktidar, yerel seçimlerde öyle bir “oy yenilgisi” almalıdır ki, yeni bir anayasa yapsa bile bunun halk oylamasıyla reddedileceğini açıkça görmelidir.  

Gün,  “armudun sapı, üzümün çöpü” deme günü değildir. Yerel seçimlerin sonuçları,  iktidara bir “büyük yenilgi” tattırmalıdır. 

Kuşkusuz bu süreçte siyasetçilere,  giderek Başkan Erdoğan’ın “yanlış yapıyorlar” dediği arkadaşlarına da bir büyük sorumluluk ve görev düşüyor. 

Yerel seçimler, adı üstünde yereldir; onların sonucunu belirleyen kendine özgü etkenler vardır. Ancak bu kez ülkenin yaşamakta olduğu hukuk olayı ve ona eşlik eden yoksullaşma yerel seçim sürecine damgasını vurmalıdır. Bunun için yerel seçimlerin, “iktidarın bir bütün olarak oylanmasına” dayandırılması mutlaka sağlanmalıdır. 

Öncelikle, yerel seçimleri “özgürlük ekmektir” gerçeğine yerleştirmek gerekiyor. Toplum, hak arama yollarının iktidar tarafından tıkanmasının sofrasındaki ekmeği nasıl küçülttüğünü çok daha somut bir biçimde duyumsamalıdır. 

Genel olarak sendikal hakların yokluğunun ücretleri nasıl olumsuz etkilediğinden kamuda işe almalardaki sözlü sınavlarda acımasız bir biçimde yandaşı kayırma ayrımcılığına uzanan iktidar uygulamalarının sonuçları gözler önüne serilmelidir. 

Emekliler, her gün biraz daha yoksullaşıyor. Emekçi kesimin iş kazalarından ücretlerin yetersizliğine uzanan ağır kayıplarının hukuksuzluk ortamında çok daha ağırlaşacağı açıktır. Bu nedenle tüm işçi ve memur sendikalarının,  DİSK’in bugünlerde, “vergi ve gelir” gibi hukuk boyutu ağırlıklı olan iki kavramdan giderek yeni ve görkemli bir örneğini sergilediği gibi, hukuksuzluğa dur diyecek bir tutum takınmaları onlar için tarihsel bir sorumluluktur.  Benzer bir sorumluluk tüm meslek oda ve birlikleri için geçerlidir. 

Bu süreçte, hukuksuzluk ortamının bu iktidarın “kadın hakkı tanımayan” tutumu;  araştırma ve anlatım özgürlüğü elinden alınmış olan bilim insanı; konser vermesi yasaklanan sanatçı, ataması yapılmayan öğretmen, barınma ve beslenme olanağı bulamayan, “asansörde” bile can güvenliği kalmayan öğrenci; ormanı, kıyısı elinden alınan halk kısaca hakkı yenen kesimler de yerel seçimler ile iktidarın dizginlenmesine “etkin bir biçimde” katılmalıdır. 

Hukuktaki büyük kırılmaya ek olarak, iktidarın, mayıs seçimlerinden sonra  “yoksullaşmanın” daha da ağırlaşmasıyla yaşanan ekonomideki başarısızlığının, belediyelerin somut “toplumcu” politikalarıyla en azından hafifletileceği yaklaşımı da yerel seçimlerin muhalefet tarafından kazanılmasında başvurulması gereken çok önemli bir noktadır.  

VARSILLAR DA 

Kamu kesiminin mal ve hizmet alımlarının yıllardır “çağrılı ihalelerle” yapılması karşısında susmakta olan TOBB, TÜSİAD vb. sermaye örgütlerinin “toplumsal sorumluluk” görevine çağrılması gerekiyor. Çünkü hukukun olmadığı bir ortamda piyasa işleyişlerinin sermayenin zararına olacağı, inim inim inleyen esnaftan en büyüklere dek, bilinir. “Önünü göremeyen” sermaye, yerlisi ve yabancısıyla, yatırım ve üretim yapamaz. Bu nedenle tüm sermaye oda ve dernekleri en azından hukukun temeli konusunda duyarlı olmalıdır. 

Şurası bir gerçektir ki hukuksuzluk ortamında “asıl kaybedecek olanlar” toplumun en varlıklı kesimleridir. 

Yerel yönetimler, birlikte üretimin en güzel örneklerini sergileyen yerlerdir. Üretici kooperatiflerine dayalı bir program ile etkili kılınabilir.  

Özgürlük sözü vermek, içi doldurulmadıkça yeterli olamaz. CHP yönetimi yerel seçim adaylarının saptanmasında yargı, bu olamıyorsa parti üyeleri eliyle önseçim ya da “eğilim yoklaması”  yapmalıdır. Ana muhalefetin ve diğer muhalefet partilerinin, adaylarını olabildiğince geniş katılımlı önseçim ile belirlemeleri ve bu süreçte hukukun öne çıkarılması gerekli ve zorunludur. İktidar, gerçekten halkın seçtiği yerel yönetimi, sudan gerekçelerle kayyum atayarak görevden almaya cesaret edememelidir.  

Eğer yerel seçimler hukuk ve demokrasi düzlemine yerleştirilebilirse,  çok sözü edilen ve sürekli tartışılan “ittifak” konusu önemsizleşir; ittifakı, seçmen sandıkta kendisi yapar. Bu nedenle, yerel seçimlerde sandığı “hukuk-hukuk dışılık” noktasına taşımak gerekiyor.  Korkudan kurtularak özgürleşmenin ilk basamağı budur!