Google Play Store
App Store

Elma şekerini yersin, sapı elinde kalır. Saray’ın EYT, asgari ücret vb. olarak yaptığı son kurtlu elma şekeri hamleleri ne sonuç doğurur? Olsa olsa çok büyük bir hezimet yerine belki biraz daha az farkla yenilgi ihtimali doğurur.

Ama bu ihtimal, sadece normal koşullarda, evet birazcık normal bir seçim ortamında geçerlidir. Çünkü karşımızda yenilgiyi kabul etmeyecek, yenilse bile “yenilmedim” diye iktidara dört elle sarılacak bir zümre var. Üstelik bu şekilde hâlâ işbaşında kalırlarsa ve toplumda gereken tepki olmazsa, hakikaten “kazanmış” da sayılırlar (Bizim açımızdan sayılmaz tabii, ama sistem içi muhalefet “çare” olarak sadece bir sonraki seçimi gösterebilir!). Ve üstelik böyle bir zorbalığa ses çıkarmayan toplum da aslında onlar tarafından yönetilmeyi zımnen içine sindirmiş olur.

***

Peki, bir seçim yenilgisi onlara nasıl kabul ettirilir? Bunun çaresi testi kırılmadan önce tedbiri almaktır. Yani şimdiden, seçim yenilgisini kabul etmedikleri takdirde kendi aleyhlerine neler olabileceğini gösterebilmektir. Peki, nasıl gösterilebilir? Tabii ki Altılı Masa’nın yaptığı gibi, masa başında cart curt ederek gösterilemez. Toplumun tüm kesimlerinin seferber edilmesiyle gösterilebilir. Seçim öncesi gibi seçim sonrasına da her bakımdan hazırlıklı olmakla gösterilebilir.

Saraylılar ise her ihtimale hazırlıklı olduklarını, öyle seçim yenilgisi filan diye kolayca vazgeçmeyeceklerini her fırsatta ve giderek çoğalan bir pervasızlıkla göstermeye devam ediyorlar. Bir yandan yoksulları sadakalarıyla, kurtlu elma şekerleriyle avutmaya çalışırken, öte yandan İstanbul Belediyesine yönelik girişimleri zorbalıkta sınır tanımadıkları bir girizgâh sayılmalıdır. Siyasi yasak, kayyum tehdidi filan derken, HDP’ye yönelik kapatma davası ve hazine yardımına el konulması ve en son Sinan Ateş cinayeti ivmenin artacağını ispatlıyor. Ve bu cinayet de aynı zamanda “bakın kendi davamızdan olana bile ne yaptık, sizlere neler yaparız” mesajıdır ve gözdağıdır.

***

Sinan Ateş cinayetinin ayrıntılı bir değerlendirmesini BirGün’de Berkant Gültekin’den okuduk. Ama hâlâ “başka” şeyler söyleyenler de var elbette. Mesela T24 sitesinde Murat Sabuncu’nun “konuşabildiği” az sayıda AKP’li milletvekillerinden birisi, “sokaklarda çeteler-mafya eliyle yaşanan süreçle ilgili olarak” şöyle demiş: “Bugünü anlamak için Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz’ın da cezaevinden tahliye edildiği af sürecine bakmak gerekir.” Eh işte, zaten bakıyorduk ve biliyorduk ama bir kez daha baktık ve bir kez daha görmüş olduk. Bu arada o AKP’li milletvekili, her kimse, Saraylıların tarikatlar vb. yanı sıra, sokaklardaki çetelere-mafyalara da bel bağladıklarını biliyordur. Yoksa niye MHP’ye mecbur olsunlar ki…

İşte Saraylıların her yönden ve bu yönden de hazırlıkları, hazırlık olmaktan öte seferberlikleri, toplumsal muhalefet güçlerinin kendi hazırlıklarının ve seferberliklerinin içeriğini ve biçimini kendiliğinden belirliyor. Kurtlu elma şekerinden arta kalan sapın feriştahının sopa olarak muhalefetin tepesine inmesini beklemek, sadece beklemek, sopa yemeyi beklemektir.

***

Seçimlerde sağcı Cumhur İttifakı ile sağcı Millet İttifakı karşı karşıya gelecek. Solcular, mutlak zalime karşı şimdilik zulmün bir kesimine itiraz eden Millet İttifakı’na engel çıkarmayacak, fakat kendi yollarından da asla şaşmayacak. Ama bu ittifaklar dışında bir ittifak daha var. Solculuğun, bilhassa devrimci solculuğun hayatla kurduğu ittifak! Tek cümleyle: Solculuk, ölüme (faşizme, kapitalizme) karşı hayatla (hayatı yaratanlarla) kurulan ittifaktır. SOL Parti de dün “Kötülük iktidarına yeter” sloganıyla yaptığı 2. Kongresi’nde işte bu ittifakı tazelemiş ve belirginleştirmiş oldu.

Zaten seçim öncesi ve sonrası için belirsizlik ortamı pek söz konusu değil. Saraylılar ya gidecekler ya kalacaklar. Belirgin olan en önemli şey açlık ve yoksulluktur. Belirgin olan en önemli öteki şey Saraylıların sopayı ellerinden bırakmayacağıdır. İşte bu konularda muhalefetin de kendini “belli” etmesi şarttır.

İyi de toplumsal muhalefet güçleri kendilerini nasıl “belli” edecektir? Aslında bu tür soruların “belli” olan cevaplarının bir köşe yazısında verilemeyeceğini hep söylemişimdir. Bilenler bilmeyenlere anlatır, bilmeyenler de bilmek istiyorlarsa bilenlere sorarlar. Yoksa ellerinde kurtlu elma şekerinin sapıyla öööyle bakakalırlar ve kırılmış testiden su içilmeyeceğini bir kez daha öğrenirler.